A. Musgrave; Bilgikuramına Tarihsel Bir Giriş
Felsefecilerin üzerinde, büyük ölçüde, anlaştığı görüşe göre bilginin oluşması için, söyleyenin anlatımına inanması (inanç), anlatımının simgelediği şeyin olması (doğru olma) ve bu olayın belgelenmesi (belgeleme) tek tek gerekli koşuldur. Bunlar hep birlikte yeterli koşulu oluşturur.
Bilgi türleri olarak ileri sürülmüş olan tanıyarak bilme ve yordam (yapıp etme) bilgisinin “belgelenmiş doğru inanç” olarak tanımlanan önermesel bilgiye indirgenebileceği gösterilmiştir.
Kuşkucular (septikler) belgelemenin ve tanımların sonsuz geri gidişini ileri sürerek bilginin olanaksızlığını savlar. Bunlar bu savları ile hiçbir şeyin bilinemeyeceğini bildiklerini anlatarak kendi savları ile çelişkiye düşmektedir.
Bir şeyin ne olduğunu bilebilmemizi olanaklı kılan, bizde, dilin, yani bir takım sessel veya yazısal simgelerin anlaşılması yetisinin, önceden bulunmasıdır.
Deneycilere (ampiristlere) göre duyum önermelerin (tümcelerin) veya terimlerin (adların) anlamlarının dolaysız bilgisinin kaynağıdır. Usçulara (rasyonalistlere) göre ise bilgi ussal belitlerden (aksiyomlardan) gelir.
Deneyciler, duyumdan elde edilen ve belgeleme gerektirmeyen ama belge olan, ilksel önermelerin varlığını ileri sürerek bilginin dayanağının bunlar olduğunu savlar.
Deneycilere göre ilksel önermeler bize, nesneler doğrudan bilinemediğinden, duyuverileri konusunda dolaysız bilgi verir.
Deneycilik içinde düşünücülük (idecilik) doğrudan bildiğimiz şeylerin düşünüler, görünüşler veya duyuverileri (sense data) olarak adlandırılan şeyler olduğunu ileri süren görüştür.
Düşünücü John Locke’a göre görünüş ve gerçek arasındaki ayrımdan kaynaklanan bilgi sorunu, nesnenin nitellerinin birincil ve ikincil niteller olarak ayrılması yolu ile çözülebilir.
Nesnelerden kaynaklanan düşünülerin (idelerin) dolaysız bilindiğine inanan Locke’un ayrımına göre nesnelerin birincil nitelleri, düşünüleri birincil nitellere benzediğinden, bilinebilirken; nesnelerin, düşünü ortaya çıkarma gücündeki, ikincil nitelleri, düşünüleri ikincil nitellere benzemediğinden bilinemez.
Berkeley de Locke gibi düşünülerin bilindiğine inanır ama, onun nesnelerin bazı (birincil) nitellerinin bilinebileceği görüşüne karşı çıkarak, bilinen bütün nitellerin öznel olduğunu ileri sürmüştür. Berkeley’e göre, Locke’un özne dışında olduğunu varsaydığı nesneler, etkin olmadıklarından düşünülerin nedeni olamaz.
Hume, öznede bulunanların nesneler değil düşünüler olması nedeni ile, ancak, ayrımlı düşünüler arasındaki neden, etki bağıntısını gözlemleyebileceğimizi; düşünüler ile nesneler arasındaki bağıntıları, hiçbir zaman, deneysel olarak bilemeyeceğimizi savlar.
Hume, “Bütün insanlar tümevarımsal us yürütür; tümevarımsal uslamlama geçersizdir ve geçersiz uslamlamalar mantıksızdır; bu durumda bütün insanlar mantıksız us yürütür” geçerli çıkarımını yaparak, tümevarımsal uslamlamanın bilgi getiremeyeceğini göstermiştir.
Tümevarımsal uslamlamaların öncülleri arasına “tümevarım ilkesi” olarak adlandırılan tümevarımın tamamlandığını içeren bir tümel önerme eklenmesi ile geçerli (mantıklı) kılınacağı bazı deneyci felsefecilerce (Russell) ileri sürülmüştür.
Deneyden bağımsız olarak bilinebilecek önermeler, yalnızca, yadsınması iççelişkili olan ve olaylar konusunda bilgi vermeyen önermelerdir.
Olasıcı görüş, geçerli olmayan eksik tümevarımsal uslamlamanın, matematiksel olası olma kuramı (probability theory) ile bağıntılı biçimde sonuçlandırılmasına giderek, geçerli tümevarımsal uslamlamanın koşulunun (tam tümevarımın) zayıflatılması yolu ile geçerli kılınabileceğini savlıyor.
Tümevarımsal uslamlamalar tümdengelimsel uslamlamaların bir bölümü olmadığından, tümdengelimsel uslamlamanın kuralları bağlamında tümevarımsal uslamlamaların geçersizliğinin gösterilemeyeceği, bazı felsefecilerce savlanmıştır.
Belgelemeci olmayan ussalcı kuram, Popper’ın “bazı belgelenmemiş genel önermelere, aykırı bir örneği gözlemlenene kadar, inanmak mantıklıdır” görüşüne dayanır.
Usçular (rasyonalistler), Eukleides geometrisi benzeri, belitlerden (aksiyomlardan) ve alanın koyutlarından (postülalarından) kalkınıp açık uslamlama süreçleri ile doğru olaysal sonuçlar çıkarılabileceğini öne sürer.
Önsel (a priori) bilgi deneyden bağımsız olarak bilinen bilgiyken, sonsal (a posteriori) bilgi, yalnızca, deney yolu ile elde edilebilen bilgidir.
Bazı deneyciler (ampiristler), olaysal kesin bilgi veren matematiksel önermelerin deneyden gelen genellemeler olduğunu ortaya koymaya çalışarak (J. S. Mill), matematiksel önermelerin önsel (a priori) olmadığını savlar.
Kant’a göre, matematik ve matematiksel fiziğin (Newton) koyutları bilinir. Bu koyutlar (postülalar) ya çözümsel ya da bireşimsel, ya önsel ya da sonsaldır. Matematik ve matematiksel fiziğin koyutları ne çözümsel ne de sonsaldır; bu durumda, bunlar bireşimsel önseldir (sentetik a priori).
Bilgi, inanç önermesi ile dilin dışındaki şeyler arasındaki bağıntıdan değil, inancın “iç” özellerinden doğan bir şey olarak tanımlandığında, inananın, inancında bu özellerin olduğunu bildiğini varsaydığımızda, bilgiyi edinebileceği söylenebilir. Bu türden bir bilgi kuramı özneldir. İnançlardaki “iç” özeller, apaçık olma, kuşku duyulmama, açık seçik algı, tutarlı olma, yararlı olma, gerçekleme, uzlaşma özelleridir.
Son olarak, “belgelenmiş doğru inanç bilgidir” görüşü, bu bağlamda doğrulama yaklaşımında olanlara, eleştirel usçularca getirilen, inanılanın bir önerme olduğu, bu durumda, yanlış bir inancın da belgelenebileceği eleştirisinin, belirli bir kişinin, inancını belgelemesi ile birlikte, inandığını anlattığı, inanç önermesinin içinde geçen önermeyi de belgelemesi ile karşılanabileceği, yanıtı ile savunulmuştur.