Sanat Tanımı Topluluğu'nun Sanatsal Yaklaşımı
Sanat çalışmalarımızın ortamını düzenleme yaptığımız uzamlar,
internet ortamı
ile katılanlar oluşturur. Çalışmada çalışmanın kendi bağıntıları
üzerine gidildiğinden öbür sorunlar ayraç içine alınır. Russell "tümellerin
ayrımına varmaya kavramak, kavranmış bir tümele de kavram denir" diyor. Bu tanımın anlamının anlaşılmaya
çalışılması sanatsal çalışmamızın kapsamındadır. Sanat yapıtının bir çözümsel
önerme olduğu savı, sanatın kavramsal (tanımsal ve dilsel ) olduğu
(Kosuth),
sanatın kendi üzerine yapılan, çözümlemeler ile ortaya koyulur. "Söylem"
kavramının, sözün sonsuzca çeşitli gerçekleştiği salt soyut bir kendinde şey, bireysel birleşimleri yöneten bir kural olan dilin biliminde ve
göstergebilimde kullanımının ne olduğu, çalışmada, araştırılır. Sanata sanat
olmak bakımından bakmak kavramları tanımaya yöneliktir. Çalışmamızın kapsamına
giren, herhangi bir anlatımın, içeriğinin doğru ya da yanlış olmasından çok,
doğru ya da yanlış olması gösterilebilen bir önerme olmak bakımından,
doğruluğunun hangi yoldan gösterilebileceğidir.
Baudrillard, içinde yaşadığımızı ve algıladığımızı sandığımız
dünyanın bir benzeşim olduğunu söylüyor. "Toplum denen şey yok olmuş;
yerini kitleler almış. Bu da toplumsalın benzeşimidir. Karşı karşıya iletişim
ortadan kalkmış yerini iletişim benzeşimine bırakmıştır. İçinde yaşadığımızı sandığımız dünyada haber oranı arttığı
ölçüde anlam oranı azalmaktadır". Düşünbilimsel dizge, yerleşmiş bir
değerler bütününe dayanan ve toplumun veya bireyin ilerlemesi için varılması düşünülen
hedefleri belirleyen düşünceler dizgesi olarak tanımlanıyor (Lapierre).
"Düşünbilimsel olanların kitleler ile bağıntısı, bütün öbür iletiler gibi, bir
direnme ile karşılaşır. İster siyasal ister ekinsel ister tanıtıma değgin
olsun kitle, iletişim araçlarının iletilerini karşılarken, edilgin bir yapıya sahip
değildir. Kitleler, tek anlamlı, tek tip ve zorunlu bir çözümleme işlemine başvurmadığı gibi,
iletileri kendi bilgisi çerçevesinde yorumlamaktadır. Kitleler kendilerine
gönderilen her şeyin, bir gösteriye dönüştürerek, yönünü değiştirmektedir. Anlam gibi bir
sorunu da yoktur kitlenin
(...)" (Baudrillard). Böyle toplumbilimsel yorumların sanat olmak
bakımından sanat ile tanımsal bir bağıntısı yoktur. "Sanat olmak bakımından
sanat sanattan başka hiçbir şey değildir" (Reinhardt).
Aristoteles'e göre: "Bütün insanlar doğaları gereği, bilmek
ister. En yüksek tümele ulaşan kişi herşeyi bilendir. Tümeller insanlarca bilinmeleri en zor
olan şeylerdir, çünkü onlar duyulardan en uzak olanlardır (...). tek, tek
görünüşler konusunda bize en güvenilir bilgileri vermelerine karşın,
duyularımızdan hiçbirisine bilge diye bakamayız. Çünkü, duyular bize bir
şeyin nedenini, örneğin, ateşin neden sıcak olduğunu bildirmez; yalnızca sıcak olduğunu
bildirir. Yaşamın zorunlu gereksinmelerini karşılamanın ötesinde ortak duyumları aşan herhangi bir sanatı ilk bulan kişiler zorunlu
gereksinmelerini karşılamayı amaçlamadıklarından
bilge kişiler olarak görülmüşlerdir (...)". Aristoteles'ten bu yana
insanda bilme isteğinin ortadan kalkmadığını düşünürsek, sanatsal birikimimizin
bu istekten kaynaklandığını söyleyebiliriz. Dirimbilimsel açıdan ele alındığında, Laborit'ye göre, "toplumsal
gerekircilik üç ayrı tür birey yaratmıştır:
Birinci türden olanlar eylem adamıdır. Bu tür insanda sürüngen beyin
çalışmaktadır. Bunun başlıca özeli çevre üzerinde etki, tepki ile içgüdülerin
doyurulmasını sağlayan belirli bir toplumsal izlencenin beyne işlenmiş olmasıdır.
Onda sürüngen beynin etkin olması toplumsal davranışlar çerçevesinde
kalır. İkinci insan türü, davranışları çekip çeviren beynin egemenliği
altındadır. Bu içinde yaşadığı toplumun tasarladığı örneğe uygun, ona ayak
uyduran, önyargıları ile değer yargılarını benimseyen insandır. Batı
demokrasileri ile toplumcu cumhuriyetlerin belkemiğini oluşturan iyi işçi ile iyi
köylü ve güne ayak uyduran yönetici ile sanayici uygulayımcı bunlar arasından
çıkar. Üçüncü tür ise, içgüdüsel güdülere dayanılarak edinilmiş davranışlar
ile yetinemez, tasarımcı beynini bulgular ve onun yardımı ile kendisine
uygun dünyayı oluşturur; bir sanatçı ya da bilimsel yaratıcı olur."
Sanat yapabilmenin, sözünü ettiğimiz, Laborit'nin
sınıflandırmasındaki yerindeysek, her günkü yaşamın dışında kaygılarımız vardır.
Bilme isteği ve dışsallaştırma, sanat birikimimizin, tek bir alanda değil,
alanlar arasında, tek bir kişide değil, öbür kişiler ile birlikte
konumlandırılmasını getirir. Bilim sanat ve felsefe alanlarının genel
terimlerini edindiğimiz düşünsel çalışmamız bir önceki ve sonraki soru ve
cevapları ile bağıntılıdır. Dizge kurmaktan çok dizgeyi çözme yolunda
eşzamanlılık söz konusudur. Birikimin artzamanlılığın yer ve zaman gösterilerek
edinilmişliği tarihsel olarak ele alınması amaçlanmamıştır. Sanat Tanımı Topluluğu'nun sanatsal söyleminin
öncü bir
başkaldırı olduğu söylenemez. Topluluğun çalışmaları felsefe, sanat ve bilimin
ne olduğu ve bunlar arasındaki
bağıntılar üzerine yöneltilmiş
soruların sanatsal bağlamda tartışılması anlamındadır. Ne olma, yani, kavram ve
bağıntı evrensel olduklarından herhangi bir "yerel olma sorunu" söz
konusu değildir.
Tüm temel özelleri bakımından, günümüz sanat ve düşünüsünün, insanlararası
ya da insan dünya bağıntılarının,
antik çağa dek geri götürülebilecek (ama çokluk Descartes'dan
başlatılan), çağcıl olarak adlandırılmış dönem ile ayrı olduğunu ileri süren veya
böyle bir kopmanın söz konusu olmadığını söyleyenlerin savları, "sanat
olmak bakımından sanat sanattan başka hiçbir şey değildir" ile aynı
yoldan doğrulanamaz. Çalışma mantıksal olan ile olgusal olanı ayırdetmeye
yöneliktir.
Kuhn'un Wittgenstein ile paylaştığı görüş" akılcı olmanın
daima belirli bir kavramsal dizgenin türevi olduğu, kavramsal dizgelerin dışında
kalan ve onların değerlendirilmelerine yarayacak bir usçu olmanın anlamsız ve
olanaksız olduğu" görüşüdür. Yani, önce bir dizge ya da paradigma vardır;
sonra bilimsel yaklaşım. Dizge, Wittgenstein'a göre, nasıl düşündüğümüze
verdiğimiz addır. Doğru, yanlış değerlendirmelerinin her kavramsal
dizgenin kendi içinde bir anlam taşıması nedeni ile, bizim kavramsal dizgemizde
yeri olmayan bir şey konusunda sorulacak sorulara, kendi dizgemizde yanıt aramak
saçmadır. "Bu sorulara yanıt vermeye başladığımız anda kavramsal
dizgemizi değiştirmişiz demektir. Demek ki, bir gelenek içinde karşıt
görüşleri tartışarak ilerlemek olanaksızdır. Karşıt görüş ile beraber başka bir
dizgeye ve geleneğe geçiş yapılır." (Kuhn). Sanatsal devrim öncesinden ve sonrasından
söz edebilmek için dizgeleri ayırdetmek gerekir. Ayırdedilen iki dizgenin
kavramsal yapısı ayrı ve kendine özgü demektir.
Yaşama yararlı olma, ilerleme, gelecekçi olma, devrim, sanatın
tanımına girmezler; ancak sanatın ilineksel nitelleri içinde sayılabilirler.
Ayrıca bunların ayrılamaz ilineklerden olup olmadıkları da irdeleme konusudur.
"Sanat olarak sanat sanattan başka bir şey değildir" (Reinhardt).
Felsefe, bilim, sanat batı düşünüsünün antik çağdan ve daha
öncesinden kaynaklanan zincirlemesinin belirli anlarında ortaya çıkmış
kavramlardır; dünyayı kavrama araçlarıdır. Bu alanların ayırdettiği
tümeller (kavramlar) dünya konusundaki bilgiyi tamamlar. Dünyayı kavrama edimi A
ya da B ülkenin yurttaşı olmayı gerektirmez. Ekinsel ve halkbilimsel etkin
olmalarda, ancak, yerel ayrımlardan söz edilebilir.
Yaşam gereksinmelerini karşılamaları açısından bireylerin ne
türden bir üretim gerçekleştirdikleri, hizmet mi gördükleri sanatsal açıdan
önemli değildir. Ancak, sanatsal çalışmalar ekmek teknesi olarak düşünülmez
(Duchamp).
Çalışmamız üretimsel değil düşünseldir ve kuramsal bilim
kapsamına girer.
Düşünbilim siyasal ya da toplumsal bir öğreti oluşturan, bir
hükümetin, bir partinin davranışlarına yön veren siyasal, hukuksal, bilimsel,
felsefesel, dinsel, güzelduyusal düşünceler bütünü olarak alındığında, çalışmamızın
kendisi bir düşünbilim olmamak ile birlikte düşünbilimsel olarak kullanılabilir.
Uygulayımbilim yapıp etme bilgisidir ve tual böyle bir bilginin
ürünüdür. "Tual resmin (Pentür'ün) bilgisinin terimidir. Zaman içinde resim
ile tual eşanlamlı hale gelmiştir; bir tümcede biri öbürünün yerine geçirilebilir.
Önceleri yanılsama, bir çeşit göz aldatması elde etmeye
yönelik bir uzam olarak ele alınan tual giderek, çağımızda bir zemin, bir
özdek olarak dikkate alınacaktır" (Aysan). "Yüzyılın başlarındaki
çabalar bizleri, insanın ve gerecin anlamlamasına dayalı, zanaatsal ve
geleneksel araçları kullanan seyredilecek resimden, katılım ve çözümleme isteyen
bir sanata geçirir. Bu sanatta, bir öteki sözün taşıyıcısı olarak değil,
kendini anlamlayan araçlar olarak dikkate alınan, uygulayımbilimsel ve
dirimbilimsel
araçların hepsi kullanılabilir; böylece, varolanın bütün araçları ile birlikte
fiziksel, ruhbilimsel varolanın bütün bileşenleri gerçekleşir" (Celant). Var
ise,
sanatta gelişim uygulayımbilimsel değil düşünsel yönde olmuştur.
Düşünsel ortamımız oldukça gelişmiştir; kişiler gerekli
donanımı her zaman edinebilir ve çalışmalara katılabilir; böyle bir
olanakları vardır.
Çalışmalarımızı bir üretim sonuçlarını da bir ürün olarak
görmediğimizden sanatsal olduğunu ileri süren ürünlerin "üretim, tüketim
ve dağıtım"
ağları (her ne kadar alanlararası bir çalışma gerçekleştiriyorsak da) alanımız içinde
olmamıştır. Bu neden ile (var ise) böyle bir (genel parasal dizgeden
bağımsız) dizgeyi çözümlemeye girişmediğimizden (ki başka bir bilgi dalında
araştırmalar sonucunda ortaya çıkarılabilecek) yapısı konusunda bütünsel
tutarlı bir bilgimiz yoktur. Bizim çözümleme nesnemiz sanattır.
Ve "sanat sanatın tanımıdır" türünden sözler tanımsaldır.
Dünya'yı, dil'i, dil ve dünya bağıntılarını, kendi yapısını ve
dilini çözümlemeye yönelen bir girişim olmak bakımından sanatın donanımlarının
bugün, üniversiteler bünyesinde yer alan güzel sanatlar fakültelerindeki
eğitim ile (güzel sanatların tanımı gereği) sağlanabildiğini söyleyemeyiz. Bizim
yapmak istediğimiz anlamda sanat
alanlararası bir
anlayışı gerektirir.