Tractatus Logico- Philosphicus’a Giriş

Bertrand Russell (1922)

Wittgenstein’ın Tractatus Logico- Philosophicus’u, onda, ele alınan konularda, ileri sürülebilecek, sonsal doğruların verildiği kanıtlanabilmiş olsa da, olmasa da, genişliği, kapsamı ve derinliği ile, felsefede önemli bir olay olarak görülmesi gereken bir çalışmadır.

Bu çalışmasında, simgeselleştirmenin ilkelerinden, yani, herhangi bir dilde, şeyler ile simge olan sözcükler arasında bulunan zorunlu bağıntılardan yola çıkıp, geleneksel felsefenin ve geleneksel çözümlerin nasıl, her durumda, simgeselleştirmenin ilkeleri konusundaki bilgisizlikten ve dilin hatalı kullanımından kaynaklandığını göstererek, Wittgenstein, soruşturmasını geleneksel felsefenin çeşitli bölümlerine uygular.

Wittgenstein Tractatus’da ilkin, önermelerin mantıksal yapısını ve mantıksal çıkarımın doğasını ele alır. Sonra biz (okuyucu), onun, (geleneksel felsefenin bölümleri olan) sırası ile, bilgi kuramını, fiziğin ilkelerini, ahlakı ve, sonunda da, gizemseli soruşturmasını anlamaya çalışmaya geçeriz.

Tractatus’da kayda geçirdiği sözleri anlamak için, Wittgenstein’ın hangi sorun ile ilgilendiğinin ayırtına varmak gerekir; kendi simgeselleştirme ilkelerini geliştirdiği bölümde, bir yetkin mantıksal dilde karşılanması gereken durumları (olay durumlarını) ortaya koymaya çalışıyor.

Dil ile ilgili çeşitli sorunlar vardır. Birincil olarak, dili bir şeyi anlatma niyeti ile kullandığımızda anlığımızda, gerçekten ne oluştuğu sorunu var ki, bu sorun ruhbilimseldir. İkincil olarak, düşünüler ile sözcükler veya tümceler arasındaki bağıntının ne olduğu ve bunların göndermede bulunduğu şeyin veya, başka bir deyiş ile, söylenmek istenenin ne olduğu sorunudur; bu sorun bilgikuramsaldır.

Dilsel sorunların üçüncüsü, dilin, hatalı bildirimlerde bulunmayıp, gerçeği anlatmak için kullanılması sorunudur; bu, böyle tümcelerin karşılık geldiği konular ile ilgilenen özel bilimlerin sorunudur. Sonuncusu ise, tümce gibi bir olayın, başka bir olayın simgesi olabilmesi için, simgesi olduğu şey ile bağıntısının nasıl olduğu sorunudur ki, işte mantıksal olan bu sorun Wittgenstein'ın çalışma alanına giren bir sorundur. Wittgenstein kesin simgeselleştirme ile, yani, bir tümcenin tam olarak belirli bir şey (olay durumu) “anlamına geldiği” simgeselleştirmenin gerekli koşulları ile ilgilenir.

Uygulamada (yani, konuşurken veya yazarken) doğal dil çokluk, az ya da çok, belirsiz kullanılmaktadır. Anlatmak istediğimizi, hiçbir zaman, kesin olarak bildiremeyiz. Bu neden ile, simgeselleştirme ile ilgili olarak, mantığın, çözülmesi gereken, iki sorunu vardır. Sorunlardan ilki, simgelerin karşılıksız (anlamsız) olmaktan çok karşılıkları olacak (anlamlı) bir biçimde bir araya getirilmelerinin koşullarının belirlenmesidir; ikincisi ise, simgelerin veya simgesel dizimlerin anlamlarının veya, başka bir deyiş ile, karşılıklarının biricik olmasının (tekliğinin) koşullarıdır.

Bir yetkin mantıksal dilin, anlamsızlığı önleyen simgesel dizim kuralları ve her biri, belirli, bir tek anlama gönderme yapan, başka bir simge ile karıştırılamayacak, biricik simgeleri vardır.

O sırada bir yetkin mantıksal dil olduğundan veya böyle bir dili, hemen, bir anda, oluşturabilme gücünde olunabileceğinden değil, dilin işlevinin anlam taşımak olduğuna ve dilin bu işlevi, yalnızca, koyut olarak alınan (yukarda özellikleri belirtilen) düşünsel dile yaklaştıkça daha çok yerine getireceğine inanıldığından, (Tractatus’da) Wittgenstein, bir mantıksal yetkin dil düzeni üzerine çalışır.

Dil ile yapılacak asıl etkinlik olay durumlarını savlamak ya da yadsımaktır. Bir dilin simgesel dizimi verildiğinde, o dildeki bir tümcenin anlamının ne olduğu, tümceyi oluşturan sözcüklerinin anlamları bilindiğinde belirlenir.

Belirli bir tümcenin belirli bir olay durumunu anlatabilmesi için, tümce hangi dilden olur ise olsun, tümce ile olay durumu arasında bir yapısal ortaklık bulunmalıdır. Bu, Wittgenstein’ın, belki de, Tractatus’u üzerine kurduğu temel savıdır.

Dil ile Dünya arasındaki yapısal ortaklık, tümcede ve karşıladığı olay durumunda ortak olarak bulunması gereken biçim, Wittgenstein’a göre, dilde söylenemez. Bu yapısal ortaklık, onun anlatım tarzı ile, dilde, yalnızca, (simgesel dizimde) gösterilebilir. Çünkü, ne söylersek söyleyelim, söylediklerimiz, yalnızca gösterilebilir olan, aynı yapıda olacaktır.

Düşünsel bir dilin ilk koşulu, bu dilde her yalın dil dışı ögeye karşılık bir ad bulunması ve iki ayrımlı dil dışı yalın ögenin ise, kesinlik ile, aynı adda olmamasıdır.

Bir ad, kendi başına simge olan hiçbir parçası olmaması anlamında yalın bir simgedir. Mantıksal olarak yetkin bir dilde, yalın olmayan hiçbir şeyin yalın bir simgesi olmamalıdır. Bütünün simgesi, parçaların simgelerini içeren bir "karmaşık" simge olacaktır. Bir karmaşık simge dediğimizde, yukarda belirttiğimiz, felsefesel simgesel dizimin ilkelerine uymamış oluyoruz; ama, başlangıçta bu zorunludur.

“Felsefesel çalışmalarda karşılaşılan sorun ve önermelerden çoğu anlamsız olduğundan yanlış değildir (yanlış olması için önermenin dil dışı karşılığının olması gerekir). Bu neden ile bu tür sorunlar konusunda bir anlatım ileri süremeyiz yalnızca bunların anlamsız olduğunu söyleyebiliriz. Felsefecilerin sorunlarının ve önermelerinin çoğu dilimizin mantığını bilmememizden kaynaklanmaktadır. Bunlar `iyi mi daha özseldir yoksa güzel mi´ türünden sorunlardır.” 4.003

Dünya’da, karmaşık olan, bir olaydır. Öbür olay durumları ile birleştirilmemiş olay durumları, Wittgenstein'ın (Almanca) Sachverhalt (olay durumu) dediği şeylerdir. İki veya daha fazla olay durumundan oluşanlar ise, (Almanca) Tatsache (olay) olarak adlandırılır. Bu neden ile, örneğin, “Sokrates bilgindir”, bir Sachverhalt (olay durumu) olduğu kadar bir Tatsache (olay) dir de. Oysa “Sokrates bilgindir ve Platon onun öğrencisidir" bir Tatsache (olay) dır, ama, bir Sachverhalt (olay durumu) değildir.

Geometrisel bir biçim birçok yoldan beti ile gösterilebilir. Bu yolların her biri ayrımlı bir dil demektir, ama, geometrisel biçimin, beti ile gösterilebilen, özellikleri, bu yollardan hangisi kullanılır ise kullanılsın, değişmez. Wittgenstein’da dilsel anlatım geometrideki betileme ile benzeşir. Olay durumunun, betilenerek gösterilebilen, özellikleri (biçimi), önerme olay durumunu savladığında, önerme ile olay durumu arasında ortak olması zorunlu olan şeye karşılık gelir.

Bazı ilksel durumlarda bu (önerme ile olay durumu arasındaki ortak biçim) açıkça görülür. Örneğin, iki ad kullanmadan iki kişi konusunda bir bildirimde bulunmak olanaksızdır. (Şimdilik, kişilerin yalın şeyler olduğunu varsayarsak) iki kişi arasında bir bağıntıyı anlattığınız önermenin (tümcenin) iki ad ve, bunları bağlayan, bir bağıntısal sözcükten oluşması zorunludur.

Örneğin, “Platon Sokrates'e hayrandır” dersek (İngilizce’si sözcüğü sözcüğüne çevrildiğinde, “Platon hayrandır Sokrates”), “Platon” sözcüğü ile “Sokrates” sözcüğü arasındaki “hayrandır” sözcüğü, bu iki adı birbirine bağlar (Türkçe’de bağıntıyı “e” eki kurar) ve, işte bu olaya dayanarak, söylediğimiz tümce, “Platon” ve “Sokrates” sözcükleri ile adlandırılan kişiler arasında, gerçekte (dil dışında), bir bağıntı bulunduğunu savlayabilir.

"Karmaşık `aRb´ göstergesinin `a´ ile `b´nin belirli bir `R´ bağıntısında olduğunu gösterdiğini söylememeliyiz `a´nın `b´ ile herhangi bir bağıntıda olduğunu gösterdiğini söylemeliyiz” 3.1432

Wittgenstein, kendi simgeselcilik kuramına şu anlatım ile başlar: "Her birimiz kendimize olay durumlarının betilerini yaparız” 2.1 Ve şöyle sürdürür: Bir beti bir olay durumunun düzenini (biçimini) (modelini) ortaya koyar. Betinin ögeleri gerçekteki nesnelere karşılık gelir. Betinin kendisi de bir olaydır. Şeylerin birbiri ile belirli bir bağıntıda olduğu olay durumu, betideki ögelerin birbiri ile bir belirli bağıntıda olması olay durumu ile örneklendirilir.

“Betinin betilenenin betisi olabilmesi için bunların ikisinde de aynı olan bir şey olması gerekir. Betinin olay durumunu olduğu gibi -doğru ya da yanlış- betimleyebilmesi için onun ile ortak olması gereken şey betisel biçimdir” 2.161, 2.17.

“Olay durumunun mantıksal betisi” anlatımını, betinin, herhangi bir anlamda, onun bir betisi olması için zorunlu benzerliğini anlatmak istediğimizde, yani, “mantıksal biçim” sözü ile anlatmak istediğimizden daha fazlasını anlatmak istemediğimizde, kullanırız.

Bir olay durumunun mantıksal betisinin bir düşünü (Almanca Gedanke) olduğunu söylüyor Wittgenstein. Bir beti olay durumuna karşılık gelir ya da karşılık gelmez ve buna göre, beti ona uygun düşer ya da onun öyle olduğunu iptal eder, ama, iki durumda da, olay durumu ile mantıksal biçimini paylaşır.

Wittgenstein betilerden hangi anlamda söz ettiğini şu anlatım ile daha anlaşılır kılar: “Gramofon kaydı müziksel düşünü ve nota ses dalgaları dil ile dünya arasındaki (sözü edilen) betisel içsel bağıntıda hepsi kendi olay durumuna karşılık gelir hepsi kendi olay durumu ile ortak mantıksal yapıdadır. -Öyküdeki iki gencin, her birinin atları ve zambakları gibi bunlar kendi atları ve zambakları ile bir anlamda birdir” 4.014.

Bir olay durumunu karşılayan bir önermenin olanağı, bu olay durumunu oluşturan nesnelerin göstergeler ile gösterildiği olay durumuna dayanır. Mantıksal “değişmezler” denilenler ise olay durumlarının göstergesi değildir. Bunlar, kendilerini (kendisi de bir olay olan) önermenin bir bölümü olarak ortaya koyar.

Olay durumu ve önerme, aynı mantıksal (biçimsel) “çokluğu ve türlülüğü” sergilemelidir. Olay durumu ile beti arasında ortak olması gerektiğinden, çokluk ve türlülük bunlardan yalnızca birinde kendini sunamaz.

Wittgenstein, felsefesel olanların, yalnızca gösterilebilenin, bir olay durumu ile onun mantıksal betisinde ortak olanın alanında bulunduğunu savunur. Felsefede doğru (gerçeğe karşılık gelen) bir anlatımda bulunulamayacağı savı bu anlayıştan çıkarsanmıştır. Her felsefesel önerme dilbilgisi konusunda kötü bir örnektir ve felsefesel tartışma (Tractatus) ile ancak, insanların bu felsefesel tartışmanın dilin bir yanlış anlaşılması olduğunu anlamalarını sağlamayı umabiliriz.

"Felsefe bir doğa bilimi değildir. -`Felsefe´ sözcüğü doğa bilimleri ile aynı düzeyde değil bunların üstünde veya altında konumlanan bir şey anlamına gelir.- Felsefe yapmanın hedefi düşünüleri mantıksal açıklığa kavuşturmaktır. Felsefe kuramsal bir çalışma değil bir etkinliktir. Felsefesel bir çalışma aslında açıklamalardan oluşur. Felsefe bir dizi felsefesel önerme çıkarsamak için değil önermeleri açık kılmak için çalışılır. Felsefe yapmak,üzerinde çalışılmadığında,yapısı görülemeyen ve belirsiz olan düşünüleri açıklayarak kesin olarak belirlemektir” 4.111, 4.112.

Wittgenstein'ın kuramını açıklarken, kuramın anlamsız diye yargıladığı bütün şeylerin söylenmesi gerekir. Bu önyargıyı aklımızda tutarak, onun dizgesinin temelini oluşturduğu bilinen dış dünya betisini açıklamaya çaba göstereceğiz: Dünya olay durumlarından oluşur: Olay durumları, (en yalın şeyler olarak alındığından), kesinlik ile, tanımlanamaz. “İlksel önermelere karşılık gelen ve bu önermeleri doğru ya da yanlış kılan dil dışı şeylere söylüyoruz” diyerek, olay durumları anlatımını açıklayabiliriz, ancak.

Yalın parçalar içerebilen veya böyle parçaları içeremeyen olaylar vardır. Örneğin, "Sokrates Atina’lı bilgindi" olayı, "Sokrates bilgindi" olay durumu ile "Sokrates Atina lıydı" olay durumu olmak üzere iki olay durumundan oluşmaktadır.

Wittgenstein olay olan hiçbir parçası olmayan bir olaya (Almanca) Sachverhalt (olay durumu) diyor. O, olay durumunu karşılamak üzere, atomsal olay anlatımını da kullanır. Bir olay durumunun, olay olan hiçbir parçası olmamak ile birlikte, parçaları vardır. Bir olay durumu olan "Sokrates bilgindir"e baktığımızda, onun, "Sokrates" ve "bilgin" bileşenlerini içerdiğini algılarız.

Bir olay durumu -kılgısal değil kuramsal anlamda- olabildiğince tam olarak çözümlendiğinde ulaşılacak olan bileşenlere “yalınlar” veya “nesneler” denebilir. Wittgenstein, olay durumundan kuramsal anlamda çözümlenen yalın olanları (nesneleri) edimsel olarak bir olaydan ayırıp ortaya koyabileceğimizi veya, başka bir deyiş ile, nesneler konusunda deneysel bilgi edinebileceğimizi savlamıyor. Nesneler kuramın gerektirdiği, elektronlar benzeri, mantıksal (çıkarımsal) şeylerdir.

Wittgenstein’ın nesnelerin olması gerektiğini ileri sürmesi her bir karmaşığın bir olayı önvarsaymasına dayanıyor: Olayların karmaşıklığının sonlu olarak alınmasının zorunluluğu yoktur; her olay sonsuz sayıda olay durumundan ve her olay durumu sonsuz sayıda nesneden oluşabilir. Sonsuz sayıda da olsalar, nesneler ve olay durumları varolmalıdır, gene de. 4.2211

Wittgenstein’ın 4.2211 sayılı anlatımındaki bir karmaşık dünyanın var olduğu savı, bileşenlerinin belirli bir biçimde bağıntılı olduğu bir olayın savlanmasına indirgeniyor: Bu neden ile, karmaşığa bir ad verirsek (örneğin Dünya dersek), adın, yalnızca, belirli bir önermenin doğruluğuna bağlı olarak, yani, karmaşığın bileşenlerinin belirli bir biçimde bağıntılı olduğunu öne süren önermenin, doğruluğuna bağlı olarak bir anlamı olacaktır.

Böylece, karmaşıkların adlandırılması önermeleri önvarsayarken, önermeler yalınların adlandırılmasını önvarsayıyor. Bu yoldan, yalınların adlandırılmasının, mantıkta birincil olduğu mantıksal olarak gösterilmiş olmaktadır.

Dünya, bütün olay durumlarının bilinmesine ek olarak, bunların olay durumlarının hepsi olduğu olayının bilinmesi ile, tam olarak, bilinir. Dünya, yalnızca, içindeki bütün nesnelerin adlandırılması ile betimlenmez; bu nesnelerin oluşturduğu olay durumlarının da bilinmesi gereklidir.

Olay durumlarının tamamı verildiğinde, her doğru önerme, ne kadar karmaşık olur ise olsun, kuramsal olarak, çıkarsanabilir. Bir olay durumunu -doğru ya da yanlış- savlayan bir önermeye ilksel önerme denir.

Bütün ilksel önermeler mantıksal olarak birbirinden bağımsızdır. Hiçbir ilksel önerme bir başka ilksel önermeyi içermez veya bir başka ilksel önerme ile tutarsız değildir. Bu neden ile, mantıksal işlemlerin hepsi ilksel olmayan, bileşik önermeler ile ilgilidir. Bileşik önermeler molekülsel önermeler olarak da adlandırılabilir. Wittgenstein’ın bileşik önermeler kuramı, kendisinin, doğruluk işlevlerinin yapılandırılması kuramına dayanır.

Bir p önermesinin doğruluk işlevi, p önermesini kapsayan bir önermedir. p Önermesinin doğruluk işlevinin doğruluğu ya da yanlışlığı, kapsadığı p önermesinin doğruluğuna ya da yanlışlığına bağlıdır. Benzer biçimde, birden fazla p, q, r, ... önermelerinin ayrı, ayrı doğruluk işlevlerinin doğruluğu ya da yanlışlığı, kapsadıkları, p, q, r, ... önermelerinin her birinin doğruluğuna ya da yanlışlığına bağlıdır.

Önermeler bize, ilk bakışta, doğruluk işlevlerinden başka işlevleri de varmış gibi görünebilir. Örneğin, (p önermesini kapsayan bir önerme olan) “A p ye inanıyor” önermesini aldığımızda, genel olarak, A, bazı doğru önermelere ya da bazı yanlış önermelere inanır: Ender görülen üstün zekâlı kişilerden biri olmadığımızdan, A’nın, p’ye inanması olay durumundan p’nin doğru olduğu ya da A’nın p’ye inanmaması olay durumundan p’nin yanlış olduğu sonucuna varamayız.

Öbür görünüşte kural dışı örnekler, "p çok karmaşık bir önermedir" veya "p Sokrates konusunda bir önermedir" gibi önermeler olabilir. Böyle örneklere karşın, bir az sonra değineceğimiz açıklamaları ile, Wittgenstein Tractatus’da, bu tür önermelerin, yalnızca, görünüşte kural dışı olduğunu ve bir önermenin doğruluk işlevinden başka işlevi olmadığını savunuyor.

Wittgenstein’ın çabası, doğruluk işlevlerini bütün önermelere yayarak, bütün önermelerin, (kendi buluşu olan) özgün ilksel önermeler kümesinin terimleri cinsinden, bir genel tanımına ulaşmaktır.

Henry M. Sheffer bir belirli önermeler kümesinin bütün doğruluk işlevlerinin “değil p veya değil q” ile “değil p ve değil q” işlevlerinin birinden yapılandırılabileceğini göstermiştir -Transaction of the American Mathematical Society, Cilt XIV Sayfa 481-488 - (1913). Henry M. Sheffer’in çalışmalarından haberdar olduğunu varsayarak, Wittgenstein, bunlardan, “değil p ve değil q” işlevini kullanıyor.

Öbür doğruluk işlevlerinin "değil p ve değil q"den yapılandırılma yolu kolayca anlaşılır: “değil p ve değil p” “değil p”ye Eşdeğerdir (“değil p” “değil p ve değil p”nin yerine geçebilir). Böylece başlangıç işlevimizin (“değil p ve değil q”nün) terimleri cinsinden bir değilleme tanımı elde etmiş oluruz. Bu tanımdan yola çıkarak, “değil p ve değil q”yü değillediğimizde ise “p veya q”yü başlangıç işlevimizin terimleri cinsinden elde etmiş oluruz.

"değil p" ve "p veya q" Dışındaki bütün doğruluk işlevlerinin yapılandırılması, Principia Mathematica'nın (A. N. Whitehead, B. Russell, 1910-1913) başında ayrıntılı olarak verilmiştir. Bu, doğruluk işlevimizden (“değil p ve değil q”den) çıkarsanan bütün zorunlu önermelerin dökümünü verir. Ama, Wittgenstein, çok ilginç bir çözümleme ile, işlemi genel önermelere genişletmeyi başarır.

Genel önermeler bizim, doğruluk işlevimizden çıkarsadığımız önermelerin dökümünde (Principia Mathematica’da) verilmemiştir; bunlar birden fazla durumu karşılayan önermeler olarak verilir. Örneğin, fx bir önermesel işlev, yani değerleri, "x insandır" gibi, önermeler olan bir işlev olduğunda, fx ayrımlı değerleri ile bir önermeler kümesini biçimler.

"değil p ve değil q" Düşünüsünü fx in değerleri olan bütün önermelerin eşzamanlı yadsınmasına uygulanacak biçimde genişletebiliriz. Böylece, matematiksel mantıkta genellik ile "fx x in bütün değerleri için yanlıştır" sözü ile karşılanan önermeye ulaşırız. Bunun değili ise, "($x).fx" ile gösterilen (en az bir x değeri için) “fx in doğru olduğu en az bir fx vardır” önermesidir. fx Yerine değil fx ile başlasaydık, “(x).fx” ile gösterilen, “fx x in bütün değerleri için doğrudur” önermesine ulaşırdık.

Wittgenstein'ın genel önermeleri ele alış yolu [yani, “(x).fx” ve “($x).fx”], genelliğin, yalnızca, ilgili önermeler kümesinin açıkça belirlenmesinden gelmesi ve bu belirlendikten sonra doğruluk işlevlerinin yapılandırılması olayı ile önceki yöntemlerden ayrımlıdır; doğruluk işlevlerinin yapılandırılması, tıpkı sonlu sayıda dökümü yapılmış bağımsız p, q, r, ... önermelerinde olduğu gibi ilerler.

Wittgenstein’ın bu konudaki simgeselleştirmesi metinde, tam olarak, açıklanmamıştır; kullandığı simge görülendir [p̅, ξ̅, N(ξ̅)]. Bu simgenin açıklaması şöyle: Görülen simge p̅, bütün ilksel önermeleri gösterir. Görülen simge ξ̅ herhangi bir (bileşik) önermeler kümesini gösterir. Görülen ise N(ξ̅), önermeler kümesini oluşturan bütün önermelerin değillenmesini simgeler.

Görülen simge [p̅, ξ̅, N(ξ̅)], ilksel önermeler içinden herhangi bir örnekleme alınıp, bunların tamamı değillendikten sonra, özgünlerden herhangi biri ile birlikte oluşturulacak önermeler kümesinden herhangi bir örnekleme alındığında -ve bu belirlenemeyecek duruma dek sürdürüldüğünde, elde edilebilecek, bütün olanakları gösterir. Bu, diyor Wittgenstein, genel doğruluk işlevi ve aynı zamanda önermelerin genel biçimidir.

Wittgenstein'ın görülen simgesi [p̅, ξ̅, N(ξ̅)] ilksel önermeler verildiğinde, önermelerin hepsinin türetilebileceği bir yöntemi tanımlamayı amaçlamaktadır. Bu yöntem, (a) Sheffer'ın tüm doğruluk işlevlerinin önermelerin aynı anda değillenmesinden, yani, "değil p ve değil q " den elde edilebileceği konusundaki kanıtlamasına, (b) Wittgenstein’ın bütün önermelerin tümel evetleme ve tikel evetlemelerden türetilmesi kuramına ve (c) bir önermenin başka bir önermede, ancak, bir doğruluk işlevinin kanıtı olarak ortaya çıkabileceği savına, bağlıdır. Bu üç temel göz önüne alındığında, ilksel olmayan bütün önermelerin, bir tek tür yöntem ile türetilebileceği sonucu çıkarsanıyor.

Bu tek biçimde ([p̅, ξ̅, N(ξ̅)]) ortaya koyulan yapılandırma yöntemi ile, hayranlık uyandıran, bir yalınlaştırılmış çıkarım kuramı elde etmemizin yanı sıra, mantıksal önerme çeşitlerinin belirlenmesine (birleştirilmesine) de ulaşıyoruz.

Açıklanan genelleştirme yöntemi, Wittgenstein'ın, bütün önermelerin, görülen biçimde ([p̅, ξ̅, N(ξ̅)]), ilksel önermelerden yapılandırılabileceğini ve belirlenebileceğini, söylemesini sağlıyor. -Daha önce değindiğimiz kural dışı gibi görünen önermeler, daha sonra anlatacağımız bir yaklaşım ile, ele alınıyor-.

Wittgenstein, önermelerin, ilksel önermelerin (bunların ilksel önermelerin hepsi olduğu olayı ile birlikte) bütününden geldiği, bir önermenin, her zaman, ilksel önermelerin bir doğruluk işlevi olduğu savına yol açıyor. Eğer, p, q'nün sonucu ise, p'nin anlamı q'nün anlamında kapsanır, bu da bir ilksel önermeden hiçbir şeyin çıkarılamayacağı sonucunu verir. Wittgenstein, "p veya değil p" gibi bütün mantıksal önermelerin genelemeler (tautologies) olduğunu ileri sürüyor.

Bir ilksel önermeden sonuç olarak hiçbir önermenin çıkarılamayacağı olayının, uygulamada, örneğin, nedensel bağıntıda olduğu gibi ilginç sonuçları vardır: Wittgenstein'ın mantığında nedensel bağıntı diye bir şey yoktur. "Geleceğin olay durumları", diyor, "şimdiki olay durumlarından çıkarsanamaz; nedensel bağıntıya inanmak bir boş inançtır”. Güneşin yarın doğacağı bir varsayımdır. Olayda, bunun olup olmayacağını bilmiyoruz, çünkü bir şeyin olmasının başka bir şeyin olmasına bağıntılı olması zorunlu değildir.

Şimdi başka bir konuya, adlar konusuna geçelim. Wittgenstein’ın mantığa değgin kuramsal dilinde adlar, yalnızca, yalınlara veriliyor. Biz bir tek şeye iki ad, iki şeye bir tek ad vermiyoruz.

Wittgenstein’a göre, bütün adlandırılabilecek şeyleri, başka bir deyiş ile, dünyada olanların tümünü betimleyebilmemizin bir yolu yoktur. Şeylerin hepsini betimleyebilmemiz için, onların bazı niteliklerini bilmemiz bir mantıksal zorunluluktur.

Bir şeyin kendi özdeşliğinin böyle bir nitelik olduğu düşünüldü (“Socrates özdeştir”. 5.4733). Ama, Wittgenstein özdeşlik anlayışını, kaçınma yolu yokmuş gibi görünen, yıkıcı bir eleştiriye uğratıyor. Özdeşlik tanımı ayırtedilemezlerin özdeşliği yolu ile yadsınır, çünkü, ayırtedilemezlerin özdeşliği, mantıksal zorunlu bir ilke olarak görülmüyor.

Ayırtedilemezlerin özdeşliği ilkesine göre, x'in her bir niteliği y'nin de bir niteliği ise x, y ile, niteliklerin hepsi tüketildikten sonra, ancak, özdeş olur; iki şeyin tam olarak aynı niteliklerinin olması mantıksal olarak olanaklıdır. Bu gerçekleşmez ise (özdeşlik) dünyanın bir rastlantısal ırasıdır (characteristic), mantıksal olarak bir zorunlu ıra değildir; ve dünyanın rastlantısal ıraları, öyle oldukları için, mantıksal yapıya alınmamalıdır.

Wittgenstein, mantıksal olmamasından, özdeşliği dışlıyor ve ayrımlı harflerin ayrımlı şeyleri gösterdiği uzlaşımı benimsiyor. Kılgıda, bir ad ile bir betimleme arasında veya iki betimleme arasında özdeşlik kurmak gerekiyor. Özdeşliğe "Sokrates baldıran otu içen felsefecidir" veya "1 sayısının ardılı asal çift sayıdır" gibi önermeler için gereksinme var. Onun dizgesinde özdeşliğin bu tür kullanımlarına oldukça sık rastlanabiliyor.

Özdeşliğin dışlanması (olmaması), şeylerin bütünlüğünden (olay durumlarının dizisi olmasından) söz etmenin bir yöntemini ortadan kaldırıyor ve önerilebilecek başka herhangi bir yöntem de aynı derecede (özdeşlik kadar) yanıltıcı olabilir; bu yüzden, Wittgenstein, en azından, bence haklı olarak, bunu tartışıyor. Bu (olay durumlarından oluşmuş mantıksal yapı anlamındaki) "nesne"nin karşılığı olmayan yapay bir kavram olduğunu söylemeye götürüyor. Böylece, "x bir nesnedir" dendiğinde bir şey konusunda konuşulmamış oluyor.

"Dünyada üçten fazla nesne var" veya "dünyada sonsuz sayıda nesne var" gibi anlatımlarda bulunamıyoruz. Nesnelerden, yalnızca, belirli bir nitelik ile bağıntılı olarak söz edilebiliyor; "üçten fazla insan nesnesi var" veya "üçten fazla kırmızı nesne var" diyebiliyoruz, çünkü bu anlatımlarda "nesne" sözcüğü mantıksal dilde bir değişken ile yer değiştirebiliyor. Değişken, birinci durumda "x insandır" işlevini, ikinci durumda ise "x kırmızıdır" işlevini doyuruyor. Ama, "üçten fazla nesne vardır" dediğimizde, nitelik taşımadığı için değişkeni "nesne" sözcüğünün yerine koyarak, doğruluk işlevi durumuna getiremediğimizden, söylediğimizin anlamsız olduğunu anlıyoruz.

Burada, Wittgenstein’ın, bir bütün olarak dünya konusunda bir şey söylenemeyeceği, söylenebilecek her şeyin dünyanın zorunlu (gerekli) parçaları konusunda olduğu temel savının bir durumuna (nesneler konusunda bir şey söylenemeyeceğine) değiniyoruz. Bu görüşün önerilmesinin kaynağı, yazım (bir belirli göstergeler dizgesi ile yazım) (notation) olabilir. Öyle de olsa, yazım onun görüşünü çok desteklemektedir. Çünkü, iyi bir yazımın, bazen, kendisinin nerede ise bir öğretmen gibi olmasını sağlayan, bir titizliği (ince eleyip sık dokuması) ve açıklığı oluyor.

Yazımsal kuralsızlıklar, genellik ile, felsefesel yanılgıların ilk göstergesidir ve düşünüyü yetkin bir yazım karşılayabilir. Ama, yazımdan, Wittgenstein, mantıksal sınırlamalar doğrultusunda, dünyanın, bir bütün olarak olaylar ile değil, tek tek olay durumları ile sınırlandırılması gerektiğini anlamış olsa da, istediğinde, görünüşten çıkaracağı da çok şey olabilir. Kendi adıma, ben bunun kesin doğru olup olmadığını bildiğimi söyleyemem.

Ben Tractatus’a bu giriş yazısında dünyayı nasıl bildireceğim ile değil, bu betiği nasıl yorumlayacağım ile ilgileniyorum. Wittgenstein’ın yaklaşımına uygun olarak, eğer dünyanın dışına çıkabilseydik, yani dünya bizim için, bizim içinde bulunduğumuz bir bütün dünya olmaktan çıksaydı, dünya konusunda bir şey söyleyebilirdik. Dünyamız, onu dışardan inceleyebilecek en az bir üstün varlığa göre sınırlı olabilir, ama, sonlu da olsa dünyamızı, bizim açımızdan ondan öte bir şey olmadığı için, sınırlandıramayız.

Wittgenstein, görüş alanını bir benzeşim olarak kullanıp, görüş alanımızın, onun dışında kalan bir şey olamayacağından, bir görsel sınırının olmadığını, (gördüğümüz her şey görüş alanımızın içindedir) ve görüş alanımız benzeri, mantığımız onun dışında hiçbir şey bilmediğinden (mantığımızın bildiği her şey mantıksal dünyamızın içindedir), mantıksal dünyamızın da mantıksal sınırının olmadığını anlatıyor.

Bu dikkate almalar Wittgenstein’ın tekbenciliğin, oldukça ilginç, bir anlayışına öncülük etmesini sağlıyor. Mantık dünyayı doldurur; dünyanın sınırları onun da sınırlarıdır; bu neden ile mantıkta, dünyada bunun, şunun olduğunu, ama, onun olmadığını söyleyemeyiz. Çünkü, bunu söylemek görünürde belirlenmiş olanakları dünyanın dışına attığımız anlamına gelir, ama, durum böyle olamaz, çünkü sanki dünyayı sınırının ötesinden de izleyebilirmiş gibi, mantığın sınırların ötesine geçmesini zorunlu kılar. Düşünemediğimizi düşünemeyiz, düşünemediğimizi söyleyemeyiz.

Bu, “mantık dünyayı doldurur, dünyanın sınırları onun da sınırlarıdır, bu neden ile mantıkta, dünyada bunun, şunun olduğunu, ama, onun olmadığını söyleyemeyiz”, “düşünemediğimizi düşünemeyiz (ancak sınırın içinde olanları düşünebiliriz), düşünemediğimizi de söyleyemeyiz” anlatımı, diyor, Wittgenstein, tekbenciliğin uygun olup olmadığı konusunda karar vermenin yolunu gösteriyor. Tekbenciliğin yaklaşımı bütünü ile uygundur, ama, söylenemez, kendini gösterir.

Dilimin -anladığım tek dilin- sınırlarının dünyamın sınırlarını bildirmesi olayında dünyanın benim dünyam (benin dünyası) olduğu kendini gösteriyor. Fizikötesel özne (yani, ben) dünyada bulunan şeylerden biri değildir, ama, dünyanın sınırıdır.

Bundan sonra, “A p ye inanıyor” benzeri, ilk bakışta, kapsadıkları önermelerin doğruluk işlevi olmadıkları görülen bileşik önermelerin durumunu soruşturmalıyız. Wittgenstein, bu konuyu, kendi yaklaşımı yönünde, yani, bütün bileşik işlevlerin doğruluk işlevleri olduğu yönünde ortaya koyuyor.

“Genel önermesel biçimde, önermeler (ilksel önermeler), bir önermede (bileşik önermede), yalnızca, doğruluk işlemlerinin dayanağı olarak geçer” diyor Wittgenstein 5.54. İlk bakışta, diye açıklamaya devam ediyor, örneğin, "A p ye inanıyor" önermesi gibi bir önermedeki önerme sanki başka tarzda geçiyormuş gibi görünebilir.

“A p ye inanıyor”da, yüzeysel bir bakışta, p önermesi A nesnesi ile bir tür bağıntılıymış gibi görünüyor. “Ama açıktır ki, `A p ye inanıyor´, `A p yi düşünüyor´, `A p yi söylüyor´un biçimi, ``p´ p yi söylüyor´dur (p önermesi p önermesi içinde geçiyor) ve burada da bir olay durumu ile bir nesnenin birlikteliğini değil, nesneleri yolu ile, olay durumlarının birlikteliğini görüyoruz” 5.542. Wittgenstein’ın (inanç önermeleri konusunda) bu söyledikleri, doğrudan anlatıldıklarından (yeterince açıklanmadığından), yürüttüğü tartışmaları anımsamayanlarca (dikkate almamış olanlarca), açıkça anlaşılmayabiliyor.

Wittgenstein’ın yukarda söyledikleri ile karşı çıktığı kuram Aristotelian Society’nin Philosophical Essayes and Proceedings yayınında 1906- 1907 yıllarında yer alan doğrunun ve yanlışın doğası konusundaki yazılarımda bulunabilir.

Sorun, mantıksal inancın biçiminin ne olduğu sorunu, yani, bir insan inandığında ne olduğunu gösteren çizelgenin nasıl olduğu sorunudur (bkz. Russell’dan “Felsefede Mantıksal Çözümleme Metinleri” www.sanattanimitoplulugu.org). Ayrıca, sorun yalnızca inanç ile de ilgili değil, aynı zamanda, bir önermeye karşı takınılan tavır denebilecek, kuşkulanma, dikkate alma, istem gibi bir dizi başka anlıksal görüngü ile de ilgilidir.

Bütün bu durumlarda, (ruhbilimsel) olayı "A p den kuşkulanıyor", "A p yi istiyor" biçiminde anlatmak doğal görünüyor; bu da, bir kişi ile bir önerme arasındaki bir bağıntı ile uğraşmak gibi geliyor. Kişilerin olay durumları olmayıp kurgular yani, önermeler olmaları göz önüne alındığında bu (inanç önermesi biçimi), kuşkusuz, bir sonsal çözümleme olamaz.

Bir önerme, kendisi de bir olay durumu olarak dikkate alındığında, bir kişinin kendi kendine söylendiği bir sözcükler kümesi, veya kişinin anlığından geçen bir karmaşık imge veya bir imgeler kümesi, veya gelişen bir bedensel devinimler kümesi olabilir. Bir önerme, sayılamayacak çoklukta, ayrımlı şeyden herhangi biri olabilir.

Bir olay durumu olarak önerme, örneğin, bir kişinin kendi kendine söylendiği, olay olmak bakımından, seslemeler kümesi mantıksal değildir (gerçektir). Mantıksal olan ise bütün bu olay durumları (önermeler) arasındaki ortak ögedir ve bu mantıksal ortak öge, daha önce söylediğimiz gibi, önermenin, öne sürdüğü olay durumuna gönderme yapmasını sağlıyor.

Önerme, kuşkusuz, ruhbilim ile de bağıntılıdır; çünkü, bir simge, yalnızca, mantıksal durumu nedeni ile değil, aynı zamanda, niyet, çağrıştırma veya bunlardan hiçbiri olmayan bir başka ruhbilimsel durum ile de simgeselleştirdiği şey anlamına gelen bir şeydir. Böyle olmak ile birlikte, anlamın ruhbilimsel yanı mantıkçıyı ilgilendirmiyor.

İnanç önermeleri sorununda Wittgenstein’ı ilgilendiren mantıksal çizelgedir (doğruluk çizelgesidir). Bir kişi bir önermeye inandığında, mantık bakımından neler olduğunun açıklanmasında, fizikötesel bir özne olarak kabul edilen kişinin varsayılmasına (gerçekte olmasına) gerek olmadığı açıktır.

İnanç önermeleri sorununda açıklanması gereken, kendisi de bir olay durumu, bir sözcükler kümesi olarak alınan önerme ile, önermeyi doğru ya da yanlış kılan, “nesnel” (önermenin yöneltildiği) olay durumu arasındaki bağıntıdır. Bu, sonunda, önermelerin anlamı (önermelerin nasıl anlamlı olduğu) sorununa indirgeniyor, işte bu sorun, inanç önermelerinin çözümlenmesindeki tek ruhbilimsel olmayan bölümü oluşturuyor.

Bu (inanç önermelerinin çözümlenmesindeki ruhbilimsel olmayan) sorun, yalın olarak, iki olay durumunun, yani, inananın kullandığı sözcük kümeleri olay durumu ile, bu sözcükleri doğru ya da yanlış kılan olay durumu arasındaki bağıntı sorunlarından biridir. Sözcük kümeleri de olay durumudur, bu kümeleri doğru ya da yanlış kılan şeylerin olay durumları olması gibi.

Bir önermenin anlamı, sözcüklerinin anlamından geldiğinden ve bir önerme olan sözcük kümesinin anlamı, bu kümenin ögesi olan ayrı, ayrı sözcüklerin anlamlarının bir işlevi olduğundan, iki olay durumu (sözcük kümesi olay durumu ile bu kümeyi doğru ya da yanlış kılan olay durumu) arasındaki bağıntı çözümlenebilir.

(Yalın simge olmak bakımından) önerme bütün olarak alındığında, bir önermenin anlamını açıklarken asıl açıklanması gerekenlere (önermenin içine), gerçekte, girilemez. Bu neden ile, önermenin bir önerme (bir yalın simge) olarak değil de, bir olay durumu olarak ortaya çıktığını söylerken anlatmaya çalıştığım bakış açısını önermek (önermenin bölümlerini ele almaya) belki yardımcı olabilir.

Ama, yukardaki anlatım sözcüğü sözcüğüne de anlaşılmamalıdır. Asıl olan, (bir insanın) inanmak, istemek, gibi tavırlarının mantıksal temeli olan ve bir olay durumu olarak dikkate alınan önermenin, o önermeyi doğru ya da yanlış kılan olay durumu ile bağıntısı ve iki olay durumunun anılan bağıntısının, bileşenlerinin bağıntısına indirgenebiliyor olmasıdır. Bu ölçün ile, önerme, bir doğruluk işlevindeki önermeler ile aynı anlamda ortaya çıkmıyor.

Wittgenstein’ın kuramının daha çok uygulayımsal ilgiye gereksinim duyduğu bazı yanları varmış gibi geliyor, bana. Bu (uygulayımsal geliştirme), özellik ile, şu andaki durumu ile, yalnızca sonlu sayılar ile işlem yapılabilen, sayı kuramı için geçerlidir 6.02.

Transfinit sayılar (sonlu sayıların ötesindekiler) (Cantor) ile de işlem yapabileceği gösterilinceye dek bir mantıksal dizge (gerçeğe) uygun olarak dikkate alınamaz. Wittgenstein’ın dizgesinde, onun bu eksikliği gidermesini olanaksız kılacak bir şey olduğunu sanmıyorum.

Bu tür karşılaştırmalı ayrıntı sorunlarından daha ilginç olanı, Wittgenstein’ın gizemsele karşı tavrıdır. Onun, mantıksal tümcenin (önermenin), olay durumunun (doğru ya da yanlış) bir betisi olduğu ve olay durumu ile bir belirli ortak yapısı olduğu, yönündeki gizemsel yaklaşımı, doğal olarak, arı mantık içindeki (bağlamındaki) öğretisinden geliştiriliyor.

Önermenin olay durumunun bir betisi olma yeteneğini sağlayan ikisinde birlikte bulunan ortak yapıdır, ama, yapının hem sözcüklerin ve hem de onların gönderme yaptığı olay durumlarının yapısı olması nedeni ile yapının kendisi sözcüklere dökülemez (dil ile dildışındaki şeyler anlatılır. Yapı hem dilde ve hem de dildışında ortak olduğundan dil ile anlatılamaz). Bu neden ile, dilin anlatım gücü konusundaki şeylerin hiçbiri dilde anlatılamaz ve bu durumda, dil, sözcüğün tam anlamında, anlatılamazdır.

Wittgenstein’a göre mantığın ve felsefenin tamamı da anlatılamaz olanlardandır. Felsefe eğitimi vermenin doğru yöntemi, diyor Wittgenstein, eğitmenin, kendini, olanaklı olduğunca açık ve doğru anlatılmış doğa bilimsel önermeler ile sınırlaması ve felsefesel savları felsefe bilgisini geliştirmek isteyenin ileri sürmesini sağlayıp, ona, ileri sürdüğü her bir felsefesel savın, her söyleyişinde, anlamsız olduğunu kanıtlamasıdır.

Sokrates'in başına gelen (öldürülmesi), bu eğitim (bir takım savların anlamsız olduğunu kanıtlama ile eğitim) yöntemini deneyen bir başka kişinin de başına gelebilir. Ama, (felsefe eğitiminin) tek doğru yöntemi bu ise, korkutularak böyle bir eğitim vermekten caydırılamayız. Görüşünü desteklemek için Wittgenstein’ın ileri sürdüğü kanıtların çok güçlü olmasına karşın, bu yöntemin benimsenmesinde çekinceye neden olan bu (korku) değil.

Wittgenstein’ın, felsefe eğitiminde, eğitmenin, kendini, olanaklı olduğunca açık ve doğru anlatılmış doğa bilimsel önermeler ile sınırlaması gerektiği görüşü konusunda çekinceye neden olan, onun, örneğin, anlatılamaz bölgede yer alan gizemsel içinde görülen ahlak gibi, söylenemeyecek konusunda çok şey söylemenin bir yolunu bularak, kuşkucu eğitmene, aşamalı diller veya başka bir çıkış yolu ile konuşulamayacak olanları konuşabilmek için olanaklı bir boşluk bulunabileceğini göstermesidir.

Ahlaksal görüşleri anlatılamaz bölgeye yerleştirse de, Wittgenstein, kendi ahlaksal görüşlerini yayabiliyor (aktarabiliyor). Bu durum için ileri sürdüğü açıklama, gizemsel dediklerinin söylenemese de gösterilebilmesidir. Başkalarına uygun gelebilse de ben, bu açıklama üzerine düşünmeyi sürdürüyorum [bu açıklama benim kafamı (anlığımı) kurcalıyor].

Bunların arasında oldukça ciddi arı mantıksal bir sorun var. Genellik sorunundan söz ediyorum. Genellik kuramında, fx'in belirli bir önermesel işlevi olduğu fx biçiminin bütün önermelerini dikkate alma zorunluluğu vardır.

Wittgenstein’ın dizgesine göre, bu (fx biçiminin bütün önermeleri) mantığın anlatılabilecek bölümündedir. Ama, fx biçimindeki önermelerin bütünü ile birlikte yer alıyor gibi görünen olanaklı x değerlerinin bütünü (“bütün x önermeleri bunlardır” önermesi) (bütün fx) Wittgenstein’ca söylenebilecek şeyler arasına alınmıyor.

(bütün fx) Wittgenstein’ca söylenebilecek şeyler arasına alınmıyor, çünkü bu (ona göre) dünyadaki şeylerin toplamından (dünyadan) başka bir şey değildir. Ve dolayısı ile, bu, dünyayı bir bütün olarak kavrama girişimidir; "dünyanın sınırlı bir bütün olarak duyumsanması gizemseldir" 6.45; dolayısı ile x değerlerinin bütünü gizemseldir.

Bu durumun (bütün şeyler içeren önermeleri yadsıması) yanında, Wittgenstein'ın, dünyada şu kadar şey olduğunu, örneğin, üçten fazla şey olduğunu savladığımız önermeleri de (şu kadar sayıda şey içeren önermeleri de) yadsıması, özellik ile tartışılıyor.

Wittgenstein, her bir dilin o dilde üzerine konuşulamayacak bir yapısı (biçimi) olduğunu söylüyor Tractatus’da. Bu anlatımın oluşturduğu sorun, benim aklıma, bir dilin yapısını konu alan başka bir dil olabileceği, bu dilin de üzerine konuşulamayacak kendi yapısı olacağı ve böylece giden aşamalı diller olabileceği, bu aşamalı dillerin aşamalılığının sınırsız olabileceği, çözümünü getiriyor. Wittgenstein, kuşkusuz, kuramının bu aşamalı dillerin bütününe (hepsine), olduğu gibi (değiştirilmeden), uygulanabilir olduğunu söyleyecektir.

Wittgenstein’ın, (bütün aşamalı diller konusunda) hemen vereceği karşılık, bütünün (tümelin) varlığını yadsımak olacaktır. O, mantıksal olarak anlatmanın olanaksız olduğunu savunduğu bütünlerin (tümellerin), böyle olmak ile birlikte, gizemselciliğin bölgesinde varolduğunu düşünür. Aşamalı diller görüşümüzden kaynaklanan bütün ise, yalnızca (aynı dilde) mantıksal olarak anlatılamamak ile kalmayıp, aynı zamanda, yalnızca bir kurgu, bir yapıntı olacak ve böylece sözde (karşılığı olmayan) gizemsel bölge ortadan kalkacaktır.

Gizemselin olmadığı varsayımını ileri sürmenin sorunları çok ve buna yapılacak görebildiğim karşı çıkışları nasıl yanıtlayacağımı şu anda bilemiyorum. Böyle olmak ile birlikte, (gizemselin olduğunun onaylanmasından) daha az sorunlu herhangi bir varsayımın Wittgenstein’ın sonuçlarında akla nasıl gelmediğini anlamıyorum. Bu savunulması çok güç (gizemsel bir şey olmadığı) varsayımının doğru olabileceği kanıtlansa bile, bundan Wittgenstein’ın kuramının büyük bölümü etkilenmez. Kaldı ki, büyük olasılık ile, bu (gizemsel ile ilgili) bölüm, onun, kuramının (Tractatus’un) özellik ile vurgulamak isteyeceği bölümü de değildir.

Mantığın sorunları ve yadsınamaz görünen kuramların aldatıcılığı konusunda çok deneyimli biri olarak, yalnızca, yanlış bir yanını göremediğim gerekçesi ile bir kurama doğrudur diyemiyorum. Ama, açık bir yanlış içermeyen bir mantıksal kuram oluşturmak, olağanüstü güçlük ve önem taşıyan bir işi başarmaktır. Benim görüşüme göre, Wittgenstein betiğinde bunu başarıyor. Bu neden ile Tractatus Logico- Philosophicus felsefecilerin gözardı edemeyeceği bir betiktir.

Bertrand Russell, Mayıs 1922

Çeviri: Sanat Tanımı Topluluğu 2020- 2021