H. Poincaré; Yasaların Evrimi
“Emile Boutroux (Fransız felsefeci), 'doğa yasalarının yerine gelmesinin ya da gelmemesinin olanaklılığı durumu (olumsallığı)' konusunda yaptığı çalışmasında, yasaların değişebilirliği; evren sürekli evrilirken, bunların, yani bu evrimin üzerinde gerçekleştiği kuralların, yalnızca onların, her türlü değişimin dışında kalmasının olanaklı olup olmadığı, konusunda düşünmüştür.”
“Yasaların da değişebileceği anlayışının bilginlerce benimsenme olasılığı yoktur. Onlara göre bilimin yasallığını ve olanaklılığını yadsımadan yasaların değişebileceği onaylanamaz. Ama felsefecilerin bu soruyu kendilerine yöneltmeye ve çeşitli çözümler düşünmeye, bunların sonuçlarını irdelemeye ve bilginlerin yasal istekleri ile uzlaştırmaya çalışmaya hakları vardır.”
“Yasaların da evrilmesi sorununun bazı yönlerini göz önüne almak istiyorum. Bu neden ile doğru bir biçimde, sözde sonuçlara değil, belki de ilgi çekebilecek çeşitli düşüncelere yöneleceğim. Bunun ile ilgili bazı sorunlar konusunda uzun uzadıya konuşursam bağışlanmayı diliyorum.”
“Önce kendimizi matematikçinin bakış noktasında konumlandıralım: Bir an için fizik yasalarının çağlar boyunca evrildiğini onaylayalım ve kendimize bunu algılamak için herhangi bir aracımız olup olmadığını soralım. Her şeyden önce yaşadıkları ve düşündükleri çağlardan önce insanların henüz ortaya çıkmadıkları çok uzun bir süre geçmiştir ve kuşkusuz bunu, türümüzün ortadan kalktığı başka bir uzun süre izleyecektir. Doğa yasalarının evrildiğine inanıyorsak bunlar, düşündüğümüz yıllar boyunca ancak pek önemsiz değişimler geçirmiş olabilir; daha uzak geçmişteki evrilmeler için ise yerbilimsel geçmişi anlamak gerekir.”
“Geçmişteki yasalar şimdiki yasalar ile aynı mıydı? Gelecekteki yasalar da şimdikiler ile aynı mı kalacak? Böyle sorular yöneltildiğinde 'geçmiş', 'şimdi' ve 'gelecek' sözleri ne anlama gelmektedir? Şimdi tarihin anılarını kaydettiği zamandır. Geçmiş tarihten önceki milyonlarca yıl, felsefe yapmaya olanakları olmayan dinazorların yaşadığı çağdı. Gelecek ise, dünyanın soğuyacağı, insan gözlerinin ve düşünen beyinlerinin ortadan kalkacağı milyonlarca yıldır.”
“Doğa yasası nedir? Öncül ile sonuç arasındaki yani, evrenin şimdiki durumu ile hemen sonraki durumu arasındaki bir sürekli bağıntıdır. Evrenin her bir bölümünün şimdiki durumunu ve bütün doğa yasalarını bilen düşsel bilginin, böylece, o bölümlerden her birinin ertesi günkü durumunu çıkarsamak için değişmez kuralları doğa yasalarıdır. Bilme sürecinin, sonsuza değin, sürdürülebileceği düşünülebilir. Bilgin evrenin pazartesi günkü durumundan, salı günkü durumunu, salı günkünü bildiğinden çarşamba günkü durumunu (ve …) çıkarsayabilecektir.”
“Pazartesi gününün durumu ile salı gününün durumu arasında bir sürekli bağıntı var ise, ikinciyi birinciden çıkarsayabiliriz, ama bunun tersini de yapabiliriz, yani salı gününün durumunu bilirsek, pazartesi günkü durumun ne olduğunu çıkarsayabiliriz. Zamanda ileriye gidebileceğimiz gibi geriye de gidebiliriz. Şimdiki zaman ve yasalar ile geleceği kestirebiliriz ama aynı zamanda geçmişi de kestirebiliriz; süreç aslında tersinebilirdir.”
“Burada yasaların evrimine matematikçinin açısından baktığımızdan, tersinebilirlik anlayışına, belirli bir kesinlik kazandırmalıyız. Bunu sağlamak için, yasalar kümesinin, evrenin çeşitli ögelerinin değişim hızlarını bu ögelerin şu andaki değerleri ile bağıntılayan bir diferansiyel denklem dizgesine eşdeğer olduğunu söyleyeceğiz.”
“Tersinir bir dizgenin, bilindiği gibi, sonsuz çözümleri vardır. Ama bütün ögelerin başlangıç değerlerini (durumunu), yani t=0 anındaki değerlerini verdiğimizde, çözüm ortaya çıkar. Öyle ki, ister geleceğe karşılık gelen t>0, ister geçmişe karşılık olan t<0 olsun bütün ögelerin herhangi bir zamandaki değerleri hesap edilebilir. Anımsanması gereken önemli şey, 'şimdiden' 'geçmişin' çıkarsanması yolunun, 'şimdiden' 'geleceğin' çıkarsanması yolundan ayrımlı olmadığıdır.”
“Bu durumda, yerbilimsel geçmişi, yani yasaların değişmiş olabileceği zamanları bilmemiz için kullandığımız araç nedir? Geçmişi doğrudan gözlemleyemiyoruz. Yerbilimsel geçmişi ancak şimdide bıraktığı izler ile bilebiliriz. Onu az önce açıkladığımız tersinebilir süreç yolu ile çıkarsayabiliriz. Bu da ondan geleceği çıkarsayabilmemizi sağlar. Ama bu süreç yasalardaki değişimi açığa çıkaramaz. Açıkladığımız süreci ancak yasaların değişmediğini onayladığımızda uygulayabiliriz.”
“Yalnızca, pazartesi gününün durumu ile pazartesi gününün durumunu pazar gününün durumuna bağıntılayan kuralları doğrudan biliriz. Bu kuralların uygulanması bizim pazar gününün durumunu, çıkarım ile bilmemizi sağlar. Ama daha da geri gitmek ve pazartesi gününden cumartesi gününün durumunu çıkarsamak istiyorsak, pazartesiden pazara dönmemizi sağlayan kuralların pazar ile cumartesi arasında da geçerli olduğunu onaylamamız zorunludur. Aynı kurallar geçerli değil ise elde edeceğimiz tek sonuç, cumartesi günün nasıl olduğunu bilmemizin olanaksız olduğudur. Öyle ise, aynı yasa bütün uslamlamalarımızın öncüllerinden biri ise onu sonuçlarımızda da zorunlu olarak buluruz.”
“Gezegenlerin şimdiki yörüngelerini bilen Leverrier (matematikçi ve gökbilimci), Newton Yasası’nı kullanarak bu yörüngelerin 10.000 yıl sonraki dönüşümünü hesapladı. Bu hesabını nasıl yapar ise yapsın, şu kadar bin yıl içinde Newton Yasası’nın yanlışlanacağını hiçbir zaman ileri süremez. Tamdeyimlerindeki (formüllerindeki) zaman göstergesini değiştirerek, bu yörüngelerin 10.000 yıl önceki durumunu da hesaplayabilirdi; ama Newton Yasası’nın her zaman doğru olmadığını çıkarsayamayacağı baştan kesindir.”
“Kısacası, ancak doğa yasalarının değişmediğini onaylamamız durumunda geçmiş konusunda bir şeyler bilebiliriz ve bu onayımız ile yasaların evrimi sorunu diye bir sorun da ortaya çıkmaz. Doğa yasalarının evrildiğini savladığımız durumda ise, bütün geçmiş ile bağıntılı sorular gibi yasaların evrimi sorusu da yanıtlanamaz duruma dönüşür. Bu durum sürecin uygulanmasını çelişmeye götürür yani, diferansiyel denklemlerimiz anlamsız kalır. Böylece 'değişmez yasalar' varsayımı, saçma bir sonuca yol açacağından, nasıl değiştiklerini hiçbir zaman bilemesek de, doğa yasalarının değiştiğini 'saçma yolu ile' kanıtlamış olabiliriz.”
“Sürecimiz tersinebilir olduğundan, söylediklerimiz gelecek için de geçerli. Hesaplama bize gelecek belirli bir günde dikkate almamız gereken niceliklerden birinin sonsuz olacağını yani fiziksel olarak olanaksız bir değer alacağını gösteriyor ise şu veya bu günden önce evrenin yok olacağını veya evrensel yasaların değişmesi gerekeceğini savlayabileceğimiz durumlar var demektir. Evrenin yok olması veya yasalarını değiştirmesi yaklaşık aynı anlama gelir. Yasalarımızın geçersiz olacağı bir evren artık bizim evrenimiz olmayacaktır.”
“Bugünün evreninin ve yasalarının incelenmesi bizi benzer çelişkilerin sergilendiği tamdeyimlere götürebilir mi? Yasalar deney yolu ile elde edilir. Yasa bize pazar gününün A durumunun pazartesi gününün B durumunu gerektirdiğini öğretiyor ise bu demektir ki A ve B durumlarının ikisi de gözlemlenebilirdir, yani bu iki durumdan hiçbiri fiziksel olarak olanaksız değildir. Süreci sürdürürsek ve her seferinde bir günden öbürüne, B durumundan C durumuna, sonra C durumundan D durumuna (ve öbürleri) geçerek bir yargıya varabilmemizin nedeni bütün bu durumların fiziksel olarak olanaklı olmasıdır. D durumu olmasaydı C durumunun olduğunu gösteren bir deney kesinkes yapılamazdı. Çıkarımlar ne denli ileri götürülür ise götürülsün fiziksel olarak olanaksız bir duruma yani çelişkiye varılamaz.”
“Bir çelişkiye varıyorsak bunun nedeni yasadan yaptığımız çıkarımın deneyimin ötesine geçmiş olmasıdır. Örneğin, bir cismin ısısının günde bir derece azaldığının gözlemlendiğini varsayalım. Örneğin cismin ısısı şimdi 20 derece olduğunda 300 gün içinde -280 derece olacağı sonucuna varılır. Ama bu fiziksel olarak olanaksız olduğundan saçmadır. Çünkü saltık sıfır - 278 derecedir. Yasanın 20 derecede geçerli olduğu görülmüştü ve yanlış olarak - 278 derecenin ötesinde de geçerli olması gerektiği sonucuna varılmış ve doğru olmayan bir veri noktası oluşturulmuştur. Ama deneysel bir tamdeyimin kestiriminin sonsuz sayıda yolu olduğundan bunlar arasından fiziksel olarak olanaksız durumları dışlayan birini seçebiliriz.”
“Doğa yasalarını yeterince tanımıyoruz. Deney bizim seçimimizi sınırlayabiliyor yalnızca ve seçim yapmamıza izin veren bütün doğa yasaları arasında bizi yasaların değişmezliğine karşı bir sonuca varmaya zorlayabilecek, önceki bölümcede (paragraf) sözünü ettiğimiz türden, bir çelişkiyi sergilemeyenler ile daha sık karşılaşıyoruz. Doğa yasalarının evrimini göstermenin bu yolunu pek göremiyoruz; bu yol doğa yasalarının değişebileceğini veya değiştiğini gösterme sorunu konusunda gözümüzden kaçmayı sürdürüyor.”
“Bu noktaya varınca, olaysal bir kanıt ile bize karşı çıkılabilir. 'Yasaların bilinmesi yolu ile bugünden geçmişi bilmeye yönelirken, insanın hiçbir zaman bir çelişki ile karşılaşmayacağı söyleniyor ama bilginler, içinden sizin düşündüğünüz denli kolayca sıyrılıverilecek gibi görünmeyen başka çelişkiler ile de karşılaştılar. Yalnızca görünüşte olduğu onaylanabilecek bu çelişkilerin çözümlenebilme umudu korunabilir; ama kullandığınız uslamlamanıza göre, görünüşteki bir çelişkiye de düşülmemelidir'."
“Hemen bir örnek verelim. Termodinamik yasalarına göre Güneş'in ısısını bize ulaştırabilmesinden bu yana geçen süreyi yaklaşık 50 milyon yıl olarak hesaplıyoruz. Bu süre yerbilimcilere göre yeterli bir süre değildir. Yalnızca örgenleşmiş biçimlerin evrimi bu kadar çabuk (ki bu tartışma götürür bir noktadır) gerçekleşmemiş olmakla kalmayıp, bu bizim üzerinde duracağımız bir özeldir de. Güneş ısısı olmadan yaşayamayan bitkilerin ve hayvanların kalıntılarının bulunduğu katmanların birikmesi, yukarda verilen süreden, belki de, on kat daha fazla yıl gerektirmiştir.”
“Çelişkiyi olanaklı kılan şey, yerbilimsel açıklamanın dayandığı uslamlamanın matematikçininkinden çok ayrımlı olmasıdır. Bilimsel yaklaşımda aynı etkileri gözlemleyerek, nedenlerin aynılığı sonucunu çıkarsarız. Örneğin, şu anda yaşamda olan bir türün bireylerinin fosilleşmiş kalıntılarından bunları içeren tabakanın oluştuğu devirde, bu türün bireylerinin yaşaması için zorunlu koşulların hepsinin bulunacağı sonucuna varırız.”
“İlk bakışta, matematikçinin yaptığı da bilgin ile aynı şeydir. O da yasalar değişmediğinde aynı etkilerden aynı nedenlerin üretilebileceği sonucuna varmıştı. Ama bilgin ile temelde bir ayrımı vardır: Dünya’nın hatta onun çok küçük bir bölümünün belirli bir andaki ve önceki başka bir andaki durumu çok karmaşıktır ve çok sayıda ögeye dayanır. Matematikçi durumu yalınlaştırmak için, yalnızca iki öğenin, durumu belirlemek için, yeterli olduğunu varsayar. Bu veriler A ve B dir ve bir sonraki andakiler ise A' ve B' olabilir.”
“Gözlemlenen bütün yasalar yolu ile kurulmuş tamdeyim matematikçiye A', B' durumunun ancak bildiği önceki A ve B durumundan çıkarsanabileceğini gösterir. Ama matematikçi verilerden sadece birini, örneğin A yı bildiğinde, bunun öbür B verisi ile birlikte olduğunu bilmeden, tamdeyimden hiçbir sonuç alamazdı. A ve A' olayları, birbiri ile bağıntılı ama B ve B' den ayrı alındıklarında, matematikçi A' ve B' durum ikilisini bir tek A durumundan çıkarsayamaz. Yerbilimci ise yalnızca A' sonucunu gözlemleyerek, gözlerinin önünde oluşan A' ün A ve B nedenlerinin birlikteliği ile üretilebileceği sonucunu çıkarsayabilir. Çünkü çoğun A' sonucu o kadar kendine özgüdür ki, aynı etki ile sonuçlanan başka bir nedenler birlikteliği kesinkes olanaksız olabilir.”
“İki örgensel (organizma) benzer ise, bu benzerlik rastlantısal olamaz ve bunların aynı koşullarda yaşadıklarını gösterebilir. Kalıntıları buluntulayarak, yalnızca gördüğümüz örgensele benzer bir mikrobun daha önceleri yaşadığını değil onun şimdikiler ile aynı koşullarda yaşadığını, dış ısının bu mikrobun gelişebilmesi için uygun olduğunu da anlarız. Başka türlü bu kalıntılar, on sekizinci yüzyılda görüldüğü gibi, doğanın bir cilvesi olmak ötesinde bir anlama gelmeyecektir. Böyle bir sonucun kesinkes usa aykırı olduğunu anlatmaya gerek yok. Örgensel kalıntıların varlığı öbürlerinden çok daha çarpıcı olağanüstü bir durumdur ve madenlerde bu türden örnekler ile karşılaşabiliriz. Bu durumda yerbilimci, matematikçinin gücünün yetmediği yerde, bir yargıya varabilir.”
“Yerbilimci, matematikçinin gücünün yetmeyeceği yeri belirleyebilir. Ama onun çelişkiye karşı bir güvencesi yoktur. Bilgin tek bir durumdan, birden fazla önceki koşul bulunduğu sonucuna varır ise; sonucun kapsamı öncülünkinden daha büyük ise, bir gözlemden çıkarsananın öbüründen çıkarsanan ile çelişmesi olanaklıdır. Yalıtılmış her olay bir ışıma noktası durumuna dönüşür. Matematikçi her birinden tek bir olay çıkarsıyordu; yerbilimci ise kendine verilen bir parlak noktadan geniş bir parlak alan oluşturur. Verili iki ışıklı nokta daha sonra ona birbirine geçişebilecek iki alan oluşturacaktır, dolayısı ile bir çatışma olasılığı vardır. Örneğin, yerbilimci eğer 20 derecenin altında yaşayamayan yumuşakçaları bir deniz dibi katmanında bulur ise, o dönemde denizlerinin sıcak olduğu sonucuna varır; ama başka bir bilgin, daha sonra, aynı katmanda 5 dereceden daha yüksek bir sıcaklıkta ölecek hayvanlar bulgular ise, o dönemde denizlerin soğuk olduğu sonucunu çıkarsayacaktır.”
“Gözlemlerin olayda birbiri ile çelişmeyeceğini ve çelişkilerin indirgenemez olmayacağını ummak için nedenimiz olabilir, ama artık, deyim yerinde ise, biçimsel mantığın kurallarınca bir çelişki olasılığına karşı bir güvencemiz olmayacağından kendimize, yerbilimcilerin uslamlaması ile bir gün yasaların değişken olduğu saçma sonucunu çıkarsamak zorunda kalıp kalmayacağımızı sorabiliriz.”
“Yerbilimcinin, matematikçide olmayan, bugünden geçmiş konusunda çıkarım yapmasını sağlayan bir donanımı olduğunu önceki bölümcelerde görmüştük. Yerbilimci neden aynı araç ile şimdiden gelecek konusunda çıkarım yapamasın? Yirmi yıldır, Dünya'daki bütün yaşamı ortadan kaldıracak büyük bir yıkım yaşanmadığına, yirmi yaşındaki birinin çocukluktan yetişkinliğe bütün aşamalardan geçtiğine, kesinkes inanıyorum. Ama bu bana önümüzdeki yirmi yıl içinde böyle bir yıkımın yaşanmayacağı kanıtını kesinkes vermiyor. Geçmişi bilmek için donanımımız var ama gelecek için aracımız yok bu neden ile gelecek bize geçmişten daha gizemli görünüyor.”
“Burada 'rastlantı' konusunda yaptığım bir çalışmaya gönderme yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum: J. Lalande'ın (gökbilimci), söylediklerimizin tam tersi, gelecek geçmişçe belirleniyor ise, geçmişin gelecekçe belirlenmediğini söyleyen görüşünü anımsadım. Ona göre, bir neden yalnızca bir etki oluşturabilirken, aynı etki birden fazla ayrımlı nedence üretilebilir. Eğer öyle olsaydı, anlaşılması zor olan 'geçmiş', bilinmesi kolay olan ise 'gelecek' olurdu.”
“Lalande’ın görüşünü benimseyemem ama bunun kaynağının Carnot ilkesi olduğunu anlıyorum. Anılan ilke (termodinamiğin ikinci ilkesi) bize, ortadan kalkması olanaksız enerjinin kararlı duruma gelme, ısıların eşitlenme eğiliminde olduğunu söylüyor. Evren kararlılığa, yani ölüme yönelir. Bu doğrultuda, nedenlerdeki büyük ayrımlar, etkilerde küçücük ayrımlar üretir. Ayrımlar gözlemlenemeyecek düzeye indiğinde, artık geçmişteki büyük ayrımları bilmenin yolu yoktur. Gerçekten, bu ilkeye göre, her şey ölüme yöneliyor; yaşam ise açıklanması gereken bir ayrıklık (istisna) oluyor.”
“Bir tepenin zirvesinden, rastlantısal olarak, çok sayıda yuvarlak taşı bıraktığımızda hepsi aşağıdaki vadiye yuvarlanacaktır. Sonra, vadinin en dibindeki yuvarlak taşların en alttakilerden birini alırsak onun az önce tepede olan taşlardan biri olup olmadığını bilemeyiz. Ama zirve yakınlarında bir yuvarlak taşa rastladığımızda onun daha önce de hep orada bulunduğunu onaylayabiliriz. Çünkü yuvarladığımız taşlardan biri olsaydı vadinin dibinde bulunacaktı. Taşın tepede bulunmasının ayrıklık taşıması nedeni ile ve orada bulunmasının sonradan gerçekleşmeme olasılığı daha yüksek olduğundan bu taşın hep orada bulunduğunu daha büyük bir kesinlik ile biliriz.”
“Yerbilimcilerin çelişkiye düşmeleri ve yasaların evrimleştiği sonucuna varmaları olanaklı mı? Her şeyden önce, günümüz yerbiliminin yetinmek zorunda olduğu benzeşim (analoji) yolu ile uslamlamayı, genel olarak, bilimlerin ilk dönemlerinde kullandıklarını göz önünde bulunduralım. Bilimler geliştikçe, gökbilim ve fiziğin çoktan ulaşmış bulunduğu, yasaların matematiksel dilde anlatılabildiği duruma yaklaşır. İnsanların çoğu, bilimlerin, birbiri ardınca, aynı gelişmeden geçmeye zorunlu olduğunu düşünüyor. Eğer böyle olsaydı, ortaya çıkabilecek zorluklar geçici olur, bilimler ilk dönemlerini atlatır atlatmaz ortadan kalkmak zorunda kalırdı.”
“Yerbilimcinin benzeşim yolu ile uslamlaması nasıldır? Bilgin şimdiki bir yerbilimsel olayı t1 zamanındaki herhangi bir yerbilimsel olay ile rastlantısal olamayacak denli benzer görür ise şimdiki olayı ancak bu iki olayın aynı koşullar altında ve aynı ısıda oluştuğunu varsayarak açıklayabileceğini düşünür. Doğa yasalarının, bu iki olayın artarda ortaya çıkmasının zaman aralığında aynı kalmamasının, evrim geçirmesinin bütün evreni tanınamaz düzeyde değiştireceğini, tüm fiziğin altüst olmasının bir sonucu olarak, ısının etkilerinin çok ayrımlı olacağını, hatta ısı sözcüğünün anlamını yitireceğini usuna getirmez. Açıkçası, ne olur ise olsun, açıklamasından geri durmayacaktır; mantıksal anlayışı (benzeşim) başka bir açıklamaya kesinkes izin vermeyecektir.”
“İnsanların ömrü yasaların değişimini gözlemleyecek denli uzun sürseydi veya bu ayrımlaşmanın kuşaklar sonraki durumunun algılanabilmesi için yeterince duyarlı araçlar geliştirilseydi yasalardaki değişimi tümevarım yolu ile değil, doğrudan gözlemleyecektik. Böyle olduğunda önceki uslamlamamız değerini yitirmez mi? Öncellerimizin deneyimlerinin anlatılacağı anılar geçmişin kalıntıları olur ve bize geçmiş konusunda dolaylı bilgi verir. Yerbilimci için fosiller ne ise, tarihçi için de eski belgeler odur. Geçmişin bilginlerinin çalışmaları geçmişin belgelerinden başka bir şey değildir ve bizi ancak geçmişin insanları bize benzediği sürece ilgilendirir. Evrenin yasaları değişir ise insanların da, ayrımlı bir ortama uyum sağlamak için, değişmeleri gerekir.”
“Ve sonra hep aynı ikileme düşeriz: Evren aynı evren olarak kaldığında geçmişin belgeleri bizim için bütünü ile apaçıktır ve bize yeni bir bilgi vermez. Evren değişime uğradığında ise eski metinler bizim için çözülemez bilmeceler durumuna dönüşür ve onlardan, yasaların evrimi de içinde olmak üzere, hiçbir şey öğrenemeyeceğimizi ve bizim için ölü iletiler olmalarının ötesinde bir anlamlarının olmayacağını yeterince biliyoruz.”
“Şimdi ayrımlı bir açıdan bakalım. Doğrudan gözlem sonucunda edinilen yasalar, aslında sonuçlardan başka bir şey değildir. Örneğin, Mariotte yasası fizikçilerin çoğu için gazların devinimi kuramının bir sonucudur. Oldukça hızlı devinen gaz molekülleri, hangi yasalara göre birbirlerini çektikleri ya da ittikleri bilindiğinde, kesin denklemleri yazılabilecek karmaşık yörüngeler çizer. Bu yörüngeler konusunda olasılık hesabı kurallarına göre uslamlama yaparak, bir gazın yoğunluğunun basıncı ile orantılı olduğunu gösterebiliriz. Bu neden ile gözlemlenebilir cisimleri yöneten yasalar, molekülsel yasaların sonuçlarından başka bir şey değildir.”
“Molekülsel yasaların sonuçları olan, gözlemlenebilirleri yöneten, yasalar görünürde yalındır ama karmaşıklık moleküllerin sayısı ile ölçüleceğinden bunlar son derecede karmaşık bir gerçeği gizleyecektir; bu sayının büyük olması nedeni ile ayrıntılardaki ayrımlar karşılıklı olarak birbirini gidereceğinden bizi uyuma inandırır. Her bir molekül ayrı bir dünya olabilir ve belki de onların yasaları da sonuçlardır ve bunun nedenini bulmak için, nerede duracağımızı bilmeden, moleküllerin moleküllerine inmemiz gerekir. Gözlemlenebilirin yasaları molekülsel yasalara ve moleküllerin dizilimine bağlıdır. Bu neden ile değişmez olanlar molekülsel yasalardır. Çünkü bunlar gerçek yasalardır ve moleküllerin dizilimi değişir ise ancak gözlemlenebilir olanların yasaları da değişir.”
“Bölümleri ısısal dengede olan bir dünya varsayalım. Bu dünyanın insanları bizim ısı değişimi dediğimiz şeyin ne olduğunu bilmez; fizik incelemelerinde ısıölçere ayrılmış bir bölüm bulunmazdı. Bunun dışındaki fiziksel incelemeleri çok kapsamlı olabilir ve bizimkinden çok daha yalın bir dizi yasa ortaya koyabilirlerdi. O dünyanın ışıma ile yavaşça ısısını kaybettiğini varsayalım; ısı her yerde aynı olacak, ama zaman ile düşecek. Derin uyutulmuş biri birkaç yüzyıl sonra uyandığında torunlarının fizik incelemeleri yapmayı sürdürdüklerini, ısıölçeri tartışmadıklarını, ama ortaya koydukları yasaların kendinin bildiklerinden çok ayrımlı olduğunu görecektir. Dünyanın çeşitli bölümlerinin karşılıklı bağıntıları ısıya bağlıdır ve ısı değiştiğinde her şey altüst olur.”
“Peki, ısının yukarda sözünü ettiğimiz varsayımsal dünyanın insanları için olduğu denli bizim de bilmediğimiz bir fiziksel kendilik (antite) olup olmadığını biliyor muyuz? Bu kendiliğin ısısını, ışıma ile ısısını kaybeden bir küre benzeri, giderek değiştirip değiştirmediğinin ve bu değişimin bütün yasaların değişimini zorunlu kıldığının ayırtında mıyız?”
“Varsayımsal dünyamızın insanlarının yasalardaki bu evrimi algılayıp algılayamayacaklarını kendimize soralım. Bu insanların gezegenlerindeki ısı iletkenliği ne denli yetkin olur ise olsun, saltık olmayacak ve bu neden ile son derece küçük ısı ayrımları gene de varolacaktı. Bu ısı ayrımları uzun süre gözlemden kaçacaklardı. Ama büyük olasılık ıle, daha duyarlı ölçüm aygıtlarının geliştirileceği ve bir fizikçinin bu nerede ise algılanamaz ayrımlılıkları gün ışığına çıkaracağı bir gün gelecekti. Oluşturulacak bir kuramda ısı ayrımlılıklarının bütün fiziksel olaylar üzerinde etkili olduğu görülecek ve sonunda bir düşünür evrenin ortalama ısısının geçmişte ve şimdi geçerli bütün yasalarda değişebileceğini doğrulayacaktı.”
“Biz de benzer bir şey yapamaz mıyız? Örneğin, mekaniğin temel yasaları uzun zamandır saltık olarak onaylanmaktadır. Bugün bazı fizikçiler bunların değiştirilmesi, daha doğrusu büyütülmesi gerektiğini söylüyor; bunların yalnızca alışık olduğumuz hızlar için yaklaşık olarak doğru olduğunu; ışık hızı ile karşılaştırılabilir hızlarda böyle olmaktan çıkacağını radyum ile yapılan bazı deneylere dayandırıyorlar.“
“Devinimbilimin bilinen yasaları gene de çevremizdeki dünya için uygulayımsal olarak doğrudur. Ama enerjinin sürekli dağılımının bir sonucu olarak, parçacıkların devinim gücünün ısıya dönüşmesi nedeni ile parçacıkların hızlarının azalması gerektiğinden, geçmişte yeterince geriye gidildiğinde, ışık hızına yakın hızların ayrıksı olmadığı, dolayısı ile geleneksel devinimbilim yasalarının henüz geçerli olmadığı bir döneme ulaşacağımızı söylemek mantıklı olmaz mı?”
“Öte yandan, gözlemlenebilirin yasalarının hem molekülsel yasalara hem de moleküllerin düzenine bağlı olarak yalnızca sonuçlar olduğunu varsaydığımızda, bilimin ilerlemesi bizi bu bağıntıya alıştırdığından kuşkusuz, moleküllerin düzeni, yasalara uygun bir biçimde, geçmişte bugünkünden ayrımlı olmalıdır. Bu durumda, sonuç olarak, gözlemlenebilirin yasalarının her zaman aynı kalmadığı ve doğa yasalarının değişebilir olduğu sonucuna varıyoruz. Böylece, görünenin yasalarının değişebilir olduğunu söylüyoruz, ama bu, aynı zamanda, artık gerçek yasalar olarak onaylayacağımız molekülsel yasaların değişmez olduğunun duyurusudur.”
“Geçmiş konusunda her zaman doğru ya da hep yanlış olduğunu kesinkes söyleyebileceğimiz tek bir yasa yoktur. Bunda, bilginin değişmezlik ilkesine olan inancın sürdürülmesini engelleyebilecek hiçbir şey yok, çünkü bir yasa, daha genel ve daha kapsamlı bir yasa ile değiştirilebilir ama geçici bir yasa düzeyine indirilmez ve bu yeni yasanın bulunması ile gözden bile düşürülmez. Böylece, ilkeler güvende kalır ve değişiklikler onlar aracılığı ile yapılır; devrimler onların çarpıcı bir onayı gibi görünür. Değişimleri deneyim veya tümevarım yolu ile gözlemleyip, sonradan her şeyi az çok yapay bir bireşime uydurmaya çalışarak açıklamamız bile söz konusu olmaz. Bireşim önce gelir ve değişimleri onayladığımızda, bunu önceki yasayı rahatsız etmeyecek tarzda yaparız.”
“Yasaların, onları ortaya çıkaran veya gözlemleyen zihnin dışında, değişmez, kendinde bir şey olarak varolduğunu düşünebilir miyiz? Bu soru çözümsüz olmak ile kalmayıp, anlamsızdır da. Kendinde şeylerin evreninde, zaman sözcüğünün belki de karşılığının olmadığı bir evrende, yasaların zaman içinde değişip değişmediğini sormanın ne yararı var? Evrenimizin kendinde ne olduğu konusunda bir şey düşünemeyiz, bir şey söyleyemeyiz. Yalnızca, evrenimizin bizimkinden çok da ayrımlı olmayan anlaklara (zekâlara) nasıl göründüğü veya görüneceği konusunda konuşabiliriz.”
“Evreni iki ayrımlı tarihte, örneğin milyonlarca yıl ara ile gözlemleyen bizimkine benzer iki zihin alırsak, bu zihinlerin her biri, gözlemlenen olaylardan çıkarsanan birer yasalar dizgesi olarak, bilim oluşturacaktır. Bu iki bilim birbirinden çok ayrımlı olabilir ve bu anlamda yasaların evrim geçirdiği söylenebilir. Ama ayrım ne denli büyük olur ise olsun bu bilimler bizimki ile aynı doğada olacaktır. İki ölümlü araştırmacının ellerindeki görece kısa bir sürede ulaştıkları iki ayrı ama yaklaşık tamdeyimi çok daha geniş kapsamlı, tek bir yetkin, tutarlı tamdeyimde bireştirebilecek, çok daha uzun ömürlü bir anlağı tasarlamak da her zaman olanaklıdır. Bu anlak için yasalar değişmeyecek, bilim değişmez, bilginler ise eksik bilgili olacaktır.”
“Geometrisel bir karşılaştırma yapmak için, çözümsel (analitik) bir eğri ile evrenin değişimlerini gösterebileceğimizi varsayalım. Her birimiz bu eğrinin yalnızca çok küçük bir yayını bilebiliriz; eğer eğrinin tamamını bilebilseydik, bu, denklemini oluşturarak onu sonsuza kadar uzatabilmemiz için yeterli olurdu. Ama bizde bu eğrinin yalnızca eksik bir bilgisi bulunduğundan denklemimiz hatalı olabilir: Eğriyi uzatmaya çalışırsak, bildiğimiz yay eğrinin küçük bir parçası olduğundan uzanımını daha da ileriye taşımak istediğimizde eğrimizi gerçekte olduğundan saptırabiliriz. Başka bir gözlemci de eğrinin yalnızca başka bir parçasını eksik bir tarzda bilecek.”
“Birbirinden uzaktaki iki kişiyi alalım, birinden öbürüne, çizecekleri iki çizginin uzantıları birbirine kavuşmayacaktır. Ama bu, aynı zamanda iki çizgiyi de kapsayacak daha büyük bir çizgiyi çizebilen, daha geniş görüşlü bir gözlemcinin, daha doğru bir denklem yazamayacağını ve ayrımlı tamdeyimleri uzlaştıramayacağını kanıtlamaz. Hatta gerçek çizgi ne denli sorunlu olur ise olsun, her zaman, istendiği denli büyük bir uzunlukta, aslından istendiği denli az sapacak bir çözümsel eğri bulunabilecektir.”
“Kuşkusuz pek çok katılımcı, evren yerine yalın göstergelerden oluşan bir dizge koyulduğunu görünce şaşırmıştır. Bu yalnızca bir matematikçi olmamdan kaynaklanmıyor; konunun doğası beni bu tavra zorladı. Bergson’cu evrenin yasaları yoktur; yalnızca bilginlerin evren konusunda ortaya koydukları az ya da çok biçimi bozulmuş imgeler vardır. Doğanın yasaların yönetiminde olduğunu söylediğimizde, bu imgenin bugün de geçerli olduğunu kastediyoruz. Yasa düşünüsünün zayıfladığını gördüğümüzden uslamlamamız bu konuda oldu.” (Düşünürün 1912 deki ölümünden sonra 1917 de yayınlandı)