J. Kosuth; Felsefeden Sonra Sanat

Sanat Tanımı Topluluğu

 

Geleneksel düşünürler “söylenmemiş” ile (yeni gerçek bulgularını anlatmak ile) uğraşmıştır. 20. Yüzyıl’ın düşünürlerinin “söylenmiş”i çözümlemeye yönelmelerinin nedeni ise söz ile anlamlı olarak anlatılamayacak olanları bulgulamaya çalışmaktır.

Hume ve Kant ile aydınlanma düşünürlerinin egemen olduğu bir dönemde (19. Yüzyıl’da) ortaya çıkan Hegel, Newton devinimbilimine seçenek sunarken, tarihe dayandığından, Darwin’in canlıbilimini de değerlendirebiliyordu. Hegel’in etkisinin sonucunda, çağdaş düşünürlerin çoğu, aslında tarihçidir. Dünya konusunda anlatılacak yeni bulgularda bulunulamayacağı, bu konuda söylenecek bir şey kalmadığı inancına kapılmaya başlanır.

Günümüzde düşünürler neden dünyayı açıklamaya yönelmiyor? Bu soruya çağımız ile daha önceki dönemler arasındaki ayrım incelendikten sonra bir yanıt verilebilir. Geçmişte düşünürlerin dünya konusundaki sonuçları, bugün olaydan yola çıkanlara özgü bir tarzda ele alınmasa da, usu öne alanlar gibi genelden giderek, deneyden edinilenlerden çıkarsanıyordu.

Eski dönemlerde felsefe ile doğa bilimleri içiçeydi. Düşünürlerin çoğu, gözledikleri dünyayı açıklamaya çalışıyordu. Thales, Epikuros, Herakleitos ve Aristoteles’den başlayarak Descartes’a, Leibnitz’e dek “felsefeyi kuran düşünürler doğa bilginlerinin de öncelleriydi”.

Günümüz bilginlerinin dünya açıklamalarının, eskilerinkinden bütünü ile ayrımlı olduğunu söylemeye gerek yok. Mantıksal çözümleme yapanlara gelene değin, düşünürlerin dünyayı açıklama çabasına, günümüzde felsefe yapanların katkıda bulunmaya yönelmemeleri, aslında, konuşulan dil ile anlatılabilecek olanların sonuna gelindiğine inanmalarındandır.

“Düşünürler, doğa gözleminden yararlanıp, olayları (şeyleri), matematiği kullanmayıp, benzerlerinden (görünüşlerinden),  betimlemeye çalışıyordu; görünüşe dayanan sanılardan kesin sonuçlara ulaşmaya kalktılar. Sanılar, insanların çoğuna yeterli gelebilir ama, algıladığımız dünyanın olaylarını yönlendiren ve bizi gerçeğin yapısını kavramaya yaklaştıran, doğanın ilksel süreçlerini anlamamız için yeterli değildir (J. Jeans).”

“Felsefesel tartışma türleri, çok sayıda sorunda, örneğin, neden, özgür istenç konusundakiler veya özdeği temel alanlar ile asıl olarak zihni alanlar gibi, artık desteklenemeyecek olay yorumları üzerine kurulu. Bu tartışmalar, bilimsel  çalışmaların sonucunda, temellerinin ortadan kalkması ile anlamsızlaşmıştır.”

Çağımızda, “felsefenin sonunun gelmesi” ve Marcel Duchamp ile beraber, “sanatın başlaması” söz konusudur. Aslında, böyle bir bağıntının olduğunu savlayan Kosuth. Ona göre, Duchamp öncesinde de sanat denen şeyler yapılıyordu, ama, “sanat dışı işlevleri”, “yapılmalarının amacı” onların sanatsal alanını son derecede daraltmıştı.

Felsefenin sonu ile sanatın başlangıcı arasındaki bağıntı sanatın felsefenin yerini alacağı anlamına gelmez. Ama, bu bağıntı rastlantısal da değildir. Bu iki olayın nedenleri aynı olabilir. Kosuth felsefe ile sanat arasındaki bu bağıntıyı, sanatın işlevini ve yaşamını sürdürme yeteneğini anlamak, “kavramsal sanat” adlandırmasını daha iyi açıklamak ve aynı anlayıştakilerin yaklaşımının kavranmasını sağlamak için belirliyor.

Sanatın işlevi: “Resmin görünüşünün altındaki yapısal niteller, sanatsal gelişmenin, görünüşsel türden olmadığını kesin olarak ortaya koyuyor” D. Judd (1965).  “Düşünü sanat yapan aygıttır” S. leWitt (1965). Sanat konusunda söylenecek tek şey; “sanat, sanat olmak bakımından, sanattır ve herhangi başka bir şey başka bir şeydir. Sanat olmak bakımından sanat sanattan başka hiçbir şey değildir” A. Reinhardt (1963).

“Anlam kullanımdır” Wittgenstein. “Kavramları incelemenin en işlevsel yolu içebakışı geliştirmektir. Ruhbilimci çıplak kavramları betimlemeye ve anlamaya çalışmak yerine, kavramların kendi yargılarına, inançlarına gereç olarak nasıl işlediğini araştırır” I. M. Copi. “Anlam işlevin önvarsayımıdır” T. Segerstedt. “Kavramsal araştırmaların konusu sözcüklerin ve deyimlerin anlamlarıdır. Sözcükleri ve deyimleri kullandığımızda anlattığımız nesneler ve nesne durumları değildir” G. H. Von Wright.

Sanat ve kavram ile bağıntılı tümcelerden sonra, şimdi, sanat ile estetik arasındaki ayrım genelleştirilip estetik ile sanatın bir tutulmasının sorumlusu olan görünüşçü sanat irdelenerek, sanatın çözümsel olduğu ortaya koyulmaya çalışılacak. Çünkü, sanat genelemeseldir (totolojiktir) ve böyle olduğundan, sanat yapıtı dünya konusundaki tartışmaların dışında konumlanır.

Estetiği sanattan ayırmak gerekir, çünkü, estetik dünya algıları üzerine yargılardan oluşur. Geçmişte, sanatsal işlevin bir kutbu süsleyici değeriydi. Güzeli, dolayısı ile, beğeniyi konu edinen felsefe bağlamında, kaçınılmaz olarak, sanat konusunda da bir şeyler söyleniyordu. Bundan, estetik ile sanat arasında kavramsal bir bağıntı olduğu sanısı doğdu.

Sanat ile estetiğin bağıntısı, günümüze değin, sanatsal düşünüler ile doğrudan çatışmaya girmemiştir. Görünüşsel nitelleri ile birlikte öbür işlevleri de (dinsel konuda resim, soylu portreleri, mimari ögesi olarak resim v. b.) yapıtın sanatsal yanını gizliyordu.

Sanatta kullanılan nesneler, herhangi bir nesne seçildiğinde ne kadar uyuluyor ise o kadar “estetik kurallar” doğrultusunda belirlenir. Bu, “sanatta bir nesnenin sanatsal işlevi estetik yargılardan bağımsızdır” anlamına gelir. Sanat ile estetik arasındaki bağıntı, mimari ile estetik arasındaki bağıntıyı anımsatıyor. Her yapının kendine özgü bir işlevi vardır.

Mimaride “plan”, yapının belirli bir işlevi yerine getirmesine bağımlı olarak oluşturulur. “Görünüş” üzerine yargılar beğeni ile ilgilidir ve tarih boyunca, yapıların görünüşü dönemine özgü estetik görüşe göre değerlendirilmiştir. Estetik düşünce, mimariyi sanat yapabilmek için, işi sanat ile bağıntısı olmayan örnekler göstermeye kadar vardırmıştır (Mısır piramitleri gibi). Estetik yargıların nesnenin işlevi ile bir işi yoktur.

Dekorasyonun görevi “daha çekici kılabilmek, süslemek, bezemek için bir şeyler eklemek” olduğuna göre, dekoratif nesne salt estetik nesne örneğidir ve yalnızca, bir tadınım, beğeni sorunu gündemdedir. Buradan, doğruca, “görünüşçü sanat” ve onun eleştirisine gidebiliriz. Görünüşçü sanat öncü dekorasyon ile bağıntılıdır.

Görünüşçü sanat yapıtlarının sanatsal durumu çok kısıtlıdır. Onların, işlevsel bakımdan, katıksız estetik uygulamaları oldukları, usa uygunca, çıkarsanabilir. C. Greenberg, her şeyden önce, üstün beğeni eleştirmenidir ve seçiminin arkasında beğenisini yansıtan bir estetik yargı bulunur. Onun beğenisi eleştirmen olarak doğrulandığı ellili yılları yansıtır.

D. Judd’ın “bu sanat olarak adlandırılıyor ise sanattır” tümcesi onaylandığında, görünüşçü resme bir “sanatsal olma” durumu, yeniden, tanınabilir: Tahta bir dayanağa (şasiye) gerilmiş, çeşitli renkli lekeler taşıyan, çeşitli görsel deneyimler sunan, bez (tual). Çağdaş sanat bu yaklaşım ile incelendiğinde, görünüşçülerin, sanatsal buluş yapma güçlerinin (tual ile) sınırlanmış olduğu görülüyor.

Görünüşçü sanatta ve eleştiride, yalnızca, görünüşsel ölçütleri dikkate alan bir “sanat tanımı” onaylanır. Çok sayıda nesne ya da nesne benzeri imge, olaysal görsel “okumaların” birbirine benzemesi yönünden dünya ile karşılaştırılabilir görünse de, bundan bir sanatsal veya kavramsal bağıntı çıkarsanamaz.

Eleştirinin görünüşsel ölçütlere bağlı olması, geleneksel sanatın görünüşüne bağlı kalınmasının sorumlusudur. Görünüşçü eleştiri, deney ile olmadığı gibi başka hiçbir bilimsel yöntem ile de bağıntılı değildir. Görünüşçü eleştiri, alışılmış bir bağlamda ortaya çıkarılan, özel nesnelerin (yapıtların) görünüşteki ögelerinin çözümlenmesinden öte bir şey değildir; sanatsal işlevi veya dünyayı anlamamıza hiçbir bilgi katmaz.

Görünüşçü eleştirmen, çözümlediği resimlerin sanat olup olmadığını sorgulamaz; sanatı kavram olarak dikkate almaz. Görünüşçü eleştirmenin sanat kavramını tanımlamaya çalışmamasının nedeni, açıkça şudur: Ona göre, yapıt, sanat olduğu onaylanan, başka şeylere benziyor ise sanattır. Lucy Lippard, Jules Olitski’nin resimlerini açıklarken, onların “görsel müzik” olduğunu söylüyor.

Görünüşçü sanatçılar kendilerine sanatın ne olduğu sorusunu yöneltmiyor. Oysa, günümüzde sanatçı olmak bunu sormayı gerektirir. Resim ve heykelin ne olduğu sorgulanır ise, sonsal olarak, sanatın ne olduğu sorgulanamaz. Çünkü sanat daha genel bir kavram (cins), resim ise sanatın türlerinden biridir. Resim (pentür) yaparak, bu türün, Avrupa geleneğine göre, sanattan özgül ayrımını onaylıyoruz.

Görünüşçü resme, en sağlam karşı çıkış, bunun sanatın bir önsel biçimi gibi öne sürüldüğünü ileri sürmektir. Sanatın bir türünün, önsel (apriori) olarak, sanatı karşıladığını söylemek “sanatın ne olduğu araştırılamaz” anlamına gelir. Oysa, sanat kavramının kapsamının çalışılması, sanatın işlevini belirlemede, çok önemlidir.

Çağcıl (modern) sanat adı altında yapılan çalışmalar, daha önceki dönemde yapılanlar ile aynı biçime bağlıydı. Başka bir deyiş ile, yeni şeyler aynı sanatsal dil ile (resim ile) anlatılıyordu. Sanatın tanımı bağlamında yeni bir dilin (biçimin) olanaklı olmasının anlaşılmasını Duchamp’ın redimeydi (ready-made) sağlamıştır. Bundan böyle sanatçılar, belirli bir dilin görünüşü ile değil, sanatın anlamı ile uğraşıyor.

Ready-made ile sanat görünüş sorunu olmaktan çıkıp bir işlev sorunu olmuştur. Bu dönüşüm “kavramsal sanat”ın başlangıcını belirler. Duchamp’dan sonra sanat, bütünü ile, kavramsaldır. Duchamp’dan sonraki sanatçıların değeri, sorgulamalarının ayrımlı olması ölçüsünde, sanatı gerçekleştirmeleri ile belirlenir.

Sanatçılar sanatı, (resmi de kapsayan) cins olmak bakımından, sanat  bağlamında yeni önerilerden ilerlerken sorgular. Buna ulaşmak için “sanatsal önerilerin oluşturulmasının yalnızca bir türü vardır” önermesine dayanan bir davranış uygun değildir.

Duchamp’ın redimeydlerini, eskiden beri gelen, “sanat nesnesi” (objet d’art)  (estetik nesne) gibi görerek, bunların, ressamın düşünülerinin güncelliğini yitirdiği bir dönemin ürünü olduğu savlanıyor. Bu doğru değil. Daha önce belirttiğimiz gibi, güzel olmanın, “kavramsal bakımdan”, sanat ile hiçbir bağıntısı yoktur. Sanatçının, sanat yapma bilinci ile, seçtiği bir fiziksel nesne redimeyd olur ve bu nesne güzel de bulunabilir. Ama, güzel bulunmasının onun sanatsal bağlamdaki işlevi ile bir bağıntısı yoktur.

“Duchamp’dan sonraki sanatçıların değeri, sorgulamalarının ayrımlı olması ölçüsünde, sanatı gerçekleştirmeleri ile belirlenir” savı, sonraki sanatın büyük bir bölümüne uygulanabilir. Örneğin, Kübizm’in değeri, kübist çalışmaların görsel, fiziksel nitellerinde veya bazı kılık ve renklerin bu akıma özgü kılınmasında değil, sanat olmak bakımından, kendine özgü, ayrımlı düşünüsündedir (kolaj).

Sanat yapıtlarının bazıları, sanatçılarının çalışmalarının somut kalıntıları olduklarından değil, sanat kavramının kaplamının genişletilmesine yol açmış olduklarından yaşamlarını sürdürebiliyor. Geçmişin sanatçılarının bir bölümünün yapıtlarının, güncelleşmesi, bunların bazı yanlarının günümüz sanatçılarınca yeniden, değerlendirilmesindendir (asamblaj).

Bir sanat yapıtının, sanat kavramının açımlanması olmak bakımından, sanatsal bağlamda ileri sürülmüş bir çeşit öneri (önerme) olduğu söylenebilir. Önermeler konusunda Ayer’in “çözümsel”, “bireşimsel” arasında Kant’ın belirlediği ayırımı geliştirme biçimi, bize burada gerekli: “Bir önerme, geçerli olması, içerdiği simgelere dayanıyor ise çözümsel; olaylarca belirleniyor ise bireşimseldir”.

Sanatsal öneri ile çözümsel önerme arasında benzeşim kurarsak: Bir sanatsal öneri, başka bir şey konusunda geçerli olmadığı ölçüde, bir çözümsel önermeye benzer biçimdedir. Sanat yapıtı çözümsel öneridir; bağlamında dikkate alındığında, sanat olmak bakımından, olaylar üzerine hiçbir bilgi vermez. Böylece, sanat yapıtlarının arı önsel olduğunu anlıyoruz.

Geneleme (totoloji) yapmadan sanatta yapılandan söz etmek olanaksızdır. Çünkü, başka bir yoldan açıklamaya çalışmak, yapılanın sanat olması dışında bir başka şey veya nitel konusuna veya yapıtın görünüşü üzerine yoğunlaşmak anlamına gelir. Sanatta yapılanın sanatsal durumu sanat kavramı düzeyindedir.

Sanatçıların önerilerini açıklamalarında kullandıkları dilin düzgülerden (kod) veya özel sözcüklerden oluşması, görünüşçü baskılardan kurtulma isteğinin sonucudur. Bu sonuç, çağdaş sanatı değerlendirmek, anlamak için onun ile yakından bağıntılı olmayı gerektiriyor. İnsanların büyük bir bölümünün gerçek sanatı anlamamasının, geleneksel dilde bir sanat (resim) istemesinin nedeni budur.

Ayer’in çözümsel yöntemin dilsel bağlamında söylediğini sanata uygulamanın bir başka yolu da şudur: Sanatsal önerilerin geçerli olması hiçbir öndayanaktan kalkınmaz. Kavramsal sanatçılar sanatsal önerilerinde, doğrudan algılanan veriler ile uğraşmaz. Onlar sanatın kavramsal olarak gelişebileceğini, önerilerinin bu gelişimi izleyeceğini onaylar.

Sanatsal öneriler, zihinde bulunan duyuverileri veya bunlardan kurulan fiziksel nesnelerin betimlemeleri değil; sanatın tanımının biçimsel sonuçlarıdır. Demek ki, sanat mantığa göre işliyor. Çünkü, mantıksal bir çalışma, olaysal sorunlar ile değil tanımlarımızın biçimsel sonuçları ile belirginleşir.

Sanatın mantık ve matematik ile ortak yanı onun da bir geneleme (totoloji) olmasıdır. Sanat düşünüsü ile sanat aynı şeydir ve sanat, doğrulamak için sanatsal bağlamdan çıkmak zorunda kalınmaksızın, sanat olarak kavranabilir.

Sanat yapıtı arı önsel olduğundan bireşimsel bir öneri olamaz “bir önselin geçerli olmasını belirlediğimiz dilsel ölçüt, olaysal bir önermenin doğru olmasını belirlemeye yetmez, çünkü, bir bireşimsel önermenin geçerli olması salt biçimsel değildir. Bir matematiksel önermenin yanlış olması, bu önermenin çelişme olması demektir. Bir deneysel önerme çelişik olmaksızın, özdeksel ölçütleri karşılamadığı için yanlış olabilir (A. J. Ayer)”.

Gerçekçi yaklaşımın sanat olamaması, böyle adlandırılan yapıtların bireşimsel bağıntılar ile kurulmaya çalışılmasından geliyor; bunları deneysel olarak doğrulamak, sürekli, denenmiştir. Gerçekçi resim, bireşimsel özeli nedeni ile, sanatın ne olduğunu anlayışımıza bir katkıda bulunamıyor; sonsuz uzayda sanatın yörüngesinin dışına düşüyor.

Dışavurumcu yaklaşım konusunda ise, “gösterici simgelerden oluşmuş bir tümce gerçek bir önerme olmayabilir (Ayer)” denebilir. Pollock’ın önemi yere serdiği bezleri boyamasındadır. Önemli olmayan ise, onun bu “driping (dripping)”lerini şasilere gererek duvara asmasıdır (sanatta önemli olan ona katılandır; önceden olanları benimsemek, değildir). Sanat için en az önemli olan ise Pollock’ın “kendini dışavurma” konusundaki düşünüleridir.

Richard Serra “ben sanat nesnesi üretmiyorum; çalışma yapıyorum; birisi çalışmamdan ortaya çıkana sanat diyor ise bu, onun adlandırmasıdır” diyor. Serra sanat yapıtının, yalnızca, “kılığının” deneysel olarak belirlenebileceğini seziyor. Kesin doğru bir deneysel önerme yoktur. Yalnızca, genelemeler kesindir. Olaysal önermelerin hepsi varsayımdır ve bunları denetleyen gözlemlerimizi anlatan önermelerin her biri de gelecekteki deneylere bağlı birer varsayımdır.

Ad Reinhardt’ın yazılarında “sanat zamana ve uzama bağımlı değildir; olaysal sanat yanılsamadır”; “sanat olmak bakımından sanat sanattan başka hiçbir şey değildir” tümceleri geçiyor. Olaysal öneriler gibi görünen sanat yapıtları ancak olaylarca gerçeklenebilir. Bu önerileri geçerli kılabilmek için sanatın genelemesel dizgesi bırakılmalıdır; değerleri olaysal olduğundan, doğrulamak için sanatsal yapıya başvurmak gerekmez.

Yakın geçmişte küpsel kılığın sanatçıların amaçlarına göre çeşitli “kullanım”ları oldu. Nesne, ancak, sanatsal bağlamda görüldüğünde sanat yapıtına dönüşür. D. Judd’ın bir küpseli içi çöp dolu olarak bir sokak köşesinde görülmüş olsaydı sanat yapıtı olarak tanınmayacaktı. Sanat yapıtı olduğunun anlaşılması, küpsele sanat demenin zorunlu koşuludur.

Çağdaş sanatı anlamak ve değerlendirmek için, sanatçıların kullandığı kavramlar ve sanat kavramı konusundan haberdar olmak gerekir. Çağdaş yapıtların bireysel fiziksel nitelleri sanat kavramına yabancıdır. Sanat genel olarak dikkate alınmalıdır. Bir kavramın kaplamındaki birkaç ögeyi dikkate almak bir tanımın birkaç terimini okumak gibidir.

Geometrilerin her biri tanımlar belitler (aksiyom, postülat) ve kanıtsavlardan (teoremlerden) oluşur. Kanıtsavlar tanımların mantıksal sonuçlarıdır. Geometri fiziksel ortamın kendisini incelemez. Onun olaylar konusunda olduğu söylenemez. Ama geometri fiziksel ortam konusunda usyürütmek için kullanılabilir. Belitlerin fiziksel yorumu bulunduğunda kanıtsavlar belitlerin yorumu olan nesnelere uygulanabilir.

“Bir geometrinin gerçek dünyaya uygulanabilmesi kendi alanının dışına düşen deneysel bir sorundur. Bilinen çeşitli geometrilerden (Eukleides, Riemann, Lobachevsky) hangisinin, dünya konusunda, geçerli olduğunu araştırmak, geometrici için, gerekmez. Bir geometrinin belirli bir uygulamasının yapılabileceği önermesi o geometrinin bir önermesi değildir. (A. J. Ayer)”

“Geometri bize tanımlarına indirgenebilen, aynı zamanda, belitlerini de karşılayan kanıtsavları (teoremleri) öğretir. Geometri ve benzeri, böyle, arı mantıksal dizgelerin bütün önermeleri de arı çözümsel önerme olur. (A. J. Ayer)”

Arı çözümsel olan sanatın, bugün, varoluşunu sürdürebilmesinin, geometri gibi, dünya ile bağıntısına dayandığı söylenebilir. Çağımızda sanatın sürdürülmesini, (yaşamda kalmasını) kullanımsal olmama, eğlendirme, görsel deneyim sunma veya dekorasyon ögesi olma deyimleri ile anlatılanlardan çok daha fazla, sanat yapıtının “olaysal yanı” sağlıyor.

Böylece, sanat, günümüzde, din ve felsefenin ardından “insanların entellektüel gereksinmelerini” de karşılayacak bir alana dönüşmüştür. Ama, sanat yapıtının “sanatsal yanı”, yalnızca, sanat ile doğrulanabilir. Sanatın ereği sanat olmaktır. Sanat sanatın tanımıdır.

 

Sanat Tanımı Topluluğu