R. Descartes; İlk Bilgi Konusunda Derin Düşünmeler: 1, 2
“Uzun zamandır, çocukluğumdan beri edinmiş olduğum çok fazla yanlış kanıyı doğru saydığımın ve kesin olmayan temeller üzerine kurduğum çıkarımların kuşkulu olacaklarının ayırtına varmış ve bilimlerde kesin, değişmez kurgular oluşturmak istiyorsam, bu zamana değin edindiğim kanılarımı bırakarak us yürütmelerime yeniden sağlam ilkelerden başlamaya girişmem gerektiğini, anlamıştım” diyerek anlatımına başlıyor Descartes.
“Sağlam ilkelerden yeniden yola çıkma bana çok önemli geldiğinden, bunu yapmaya elverişli, daha ilersini umamayacağım, bir olgunluğa gelmeyi bekledim. Bu bekleme beni öyle geciktirdi ki devinime geçmek için geri kalan pek az ömrümü, karar vermek yönünde düşünmeye harcarsam hatalı davranmış olacağımı sanıyorum.”
“Şimdi, zihnimi her türlü kaygıdan arındırmış olarak, kendime dingin ve güvenilir bir ortam sağlamış bulunduğumdan, özgürce, bütün kanılarımı yıkmaya girişeceğim ve bunu yaparken kanılarımın yanlış olduğunu kanıtlamak zorunda da değilim; bunu belki hiçbir zaman başaramazdım. Ama us beni, açıkça yanlış olanları olduğu gibi, kesin olmayanları da onaylamamam gerektiğine inandırdığından, kanılarımdan·herhangi birinde kuşkulu bir şey bulmam hepsini birden yanlış diye bırakmam için yeterli olacaktır.”
“Kanılarımı bırakmam için onların her birini ayrı ayrı incelememe gerek yok; bu bitmez tükenmez bir iş olurdu. Ama temellerin çürümesi yapının bütün geri kalan bölümünü de zorunlu olarak yıkılmaya sürüklediğinden, ben de ilkin eski kanılarımın dayandığı ilkeleri eleştireceğim. Şimdiye değin, en doğru, en kuşku götürmez olarak onayladığım şeylerin hepsini duyumdan veya duyular yolu ile öğrendim.”
“Oysa bazı duyuların aldatıcı olduğunu kendim deneyledim. Bu neden ile bizi bir kez aldatanlara hiçbir zaman tam bir güven duymamamız sağduyusal bir önlemdir. Ama duyumlar aracılığı ile kesin olarak bilmesek de, onlar bizi çok uzaktaki az duyulur şeyler konusunda yanıltsalar da, kendilerinden, onaylanabilir bir düzeyde, kuşkulanılmayacak, örneğin şurada ateşin başında üstümde ev giysilerim elimdeki şu kâğıt parçası ile oturuyor durumda bulunmam türünden, başka birçok duyum da var.”
“Kafaları karışık, yoksul olmalarına karşın kendilerini kral sanan, çıplak olduklarından habersiz, sırmalı giysiler içindeymiş gibi davranan, kendilerinin camdan yapıldığını söyleyen us yoksunlarına benzemeden, bu ellerin ve bu bedenin benim olduğunu yadsıyabilir miyim? Bu sözünü ettiklerim usunu yitirmiştir. Onların düzenine uyarsam ben de onlar gibi olurum.”
“Böyle olmak ile beraber, insan olduğum için, uyurken gördüğüm düşlerde, sözünü ettiğim, usunu yitirmişlerin uyanıkken imgelediklerine benzer şeyleri ve hatta bazen onlarınkinden daha az olanaklılarını, zihnimde canlandırmak alışkanlığında olduğumu göz önünde bulundurmam gerekiyor. Bilmiyorum kaç kez, soyunuk yatağımda uyurken, burada, ocağın karşısında giyinik oturduğumu görmüşümdür.”
“Bana öyle geliyor ki, şu kâğıda uykulu gözler ile bakmıyorum kesinkes, salladığım bu baş hiç de uyuşmuş değil ve bu eli isteyerek, düşünerek uzatıyorum. Uykumda geçen olaylar bunlar kadar açık ve seçik değil ama iyice düşününce, uyurken böylesine görüntülerce aldatıldığımı anımsıyorum. Böylece bu düşünce üzerinde durarak, uyku ile uyanıklığı birbirinden ayırt edecek kesin hiçbir belirti olmadığını açık olarak görüyor ve şaşırıyorum; öyle ki, şaşkınlığım beni nerede ise uykuda olduğuma inandıracak.”
“Uykudayken izlediğimiz başımızı sallamak, ellerimizi uzatmak gibi davranışların, zihinsel betilerden başka bir şey olmadığını ve ayrıca, ellerimiz ile bütün bedenimizin de gördüğümüz gibi olmadığını onayladığımızda, bize uykuda ve uyanıkken görünen şeylerin ancak, resimler gibi, gerçek nesnelere benzetilerek oluşturulabileceğini de onaylamalıyız. Böylece, genel olarak, gözler, eller, baş ve bedenin bütününün görüntüleri uydurma değil, gerçekten varolan nesnelerden gelmiştir.”
“Ressamlar her ne kadar sanat yetenekleri ile söylensel figürleri alışılmadık kılıklar ile gösterebilseler de bilinmedik bambaşka görünüşlerde yapamayıp, onları, yalnızca, çeşitli hayvanların örgenlerinin bir birleşimi ile betimlerler. Belki bazı sanatçıların düş güçleri dünden bugüne hiçbir benzerini görmediğimiz, yepyeni bir şeyi bulgulayacak denli bambaşka ise resimleri bize bütünü ile uydurma ya da saltık olmayan bir şey gösterse de, kuşkusuz, en azından yapıtlarını oluşturmakta kullandıkları boyaları gerçek olacaktır.”
“Beden, gözler, eller gibi genel şeylerin gerçek de düşsel de olsalar varolduklarını ve onlar ile beraber onlardan daha yalın ve daha genel bazı şeylerin de varolduğunu onaylamak gerekir. Zihnimizde bulunan betiler, gerçekten de, uydurmadan da gelseler, şu daha yalın ve daha genel şeylerden oluşmuştur: Genel olarak özdeksel doğanın uzamı, uzamlı şeylerin kılığı, niceliği ve büyüklüğü, sayısı, yeri ve süresini ölçen zaman ve öbür buna benzer şeylerin hepsi daha yalın ve daha geneldir.”
“Fizik, sağlık bilimi, gökbilim gibi birleşik şeylerin incelenmesine dayanan bütün bilimlerin kuşkulu olduklarını, ama çok yalın, çok genel şeylerden söz eden ve anlattıkları şeylerin doğada varolup olmadığını araştırmak zorunda da olmadığımız aritmetik, geometri türünden bilimlerin ise kesin ve kuşku götürmez şeyleri konu aldıklarını söylersek hatalı konuşmuş olmayız. Çünkü uyuyor da uyanık da olsam 2 ile 3 toplanınca her zaman 5 sayısını verecek ve karenin hiçbir zaman 4 den fazla kenarı olmayacaktır. Bu neden ile bu apaçık gerçeklerin öyle olmamasından veya kesinliğinden kuşkulanmam olanaklı görünmüyor.”
“Eskiden beri, her istediğini yapabilen bir tanrının olduğu ve onun beni olduğum gibi yarattığı konusunda bir kanım var. Şimdi, kim bana, bu tanrının, yeryüzünün, göğün ve hiçbir uzamlı nesnenin bulunmadığı, kılığın, büyüklüğün ve yerin olmadığı durumda, bende, bütün bu şeylerin düşüncelerinin oluşmasını sağlayacak ve onların bana göründüklerinden ayrımlı olmadıklarına beni inandıracak, bir şey yaratmadığının güvencesini verebilir? Dahası, nasıl bazen başkalarının kesinkes bildiklerini sandıkları şevler konusunda bile yanıldıklarını yargılıyorsam, tanrı da benim 2 ile 3 ü topladığım her anda yanılmamı istemiş olabilir.”
“Tanrı saltık iyi olduğundan, belki, karenin kenarlarının 4 tane olduğu konusunda yanılmış olmamı kesinkes istemiyordur. Eğer her zaman yanılacağım bir biçimde beni yaratmamış ise tanrının, beni bazen yanılabileceğim bir biçimde yapması da onun iyiliğine aykırı gelmez ve ben onun bazen yanılmama izin vereceği konusunda kuşku duymam. Belki (matematiksel bilimler dışındaki) bütün öbür bilimlerin kuşkulu olduğuna inanacakları yerde, her istediğini yapan bir tanrının varlığını yadsımayı yeğleyen kişiler de bulunacaktır.”
“Şimdilik, tanrı konusunda anlatılanların söylensel olduğunu varsayalım. Tanrının varolduğunu yadsıyan kişiler bulunduğum durumda olmamı nasıl görürler ise görsünler, yani oluşumumu ister yazgıya bağlasınlar, ister rastlantısal olduğunu söylesinler, ister şeylerin sürekli devinimi ve etkileşimi ile oluştuğumu onaylasınlar, yanılmak ve aldanmak bir çeşit güç eksikliği olduğundan beni oluşturduğunu söylediklerinin güçlerinin azlığı oranında benim de, her zaman yanılmaya varacak değin, güçsüz olmamın olasılığı o denli artacaktır.”
“Bunların oluşumum konusunda ileri sürdüklerine verecek hiçbir yanıtım yok kuşkusuz. Ama sonunda, eskiden doğru olduklarını sandığım şeylerden şimdi kuşku duyamayacağım hiçbirinin bulunmadığını söylemeliyim. Bunu öylesine, dikkate almama sonucunda değil, tam tersi çok güçlü ve iyice incelenmiş nedenler dolayısı ile söylüyorum: Böylece değişmez ve sağlam bir bilgi bulmak istiyorsam, bundan böyle, bu düşünceler konusunda söyleyeceklerimi ertelemek ve onlara, bana apaçık yanlış gelen şeylerden daha fazla güvenmemek zorundayım.”
“Kendime kanılarım konusunda bu uyarıyı yapmam yeterli değil. Kuşkulu olanlara inanmama uyarısını belleğimde tutmaya da dikkat etmem gerekiyor. Çünkü eski kanılarım sıkca aklıma gelerek ve benim ile olan uzun süreli yakın bağıntıları nedeni ile, istemememe karşın zihnimi kaplayarak güvenimin hemen hemen yöneticisi olmaktadır. Bu eski kanılarımı, biraz önce gösterdiğim gibi kuşkulu, ama bunun ile beraber yadsımaktan daha çok inanmak için nedenler bulacağım biçimde, göz önüne aldığım sürece, onaylamak alışkanlığımı bırakamayacağım.”
“Yargılarımın, kötü alışkanlıkların sarkıntılığından kurtulup, bilgiye ulaştıracak düz yoldan sapmasına olanak olmayıncaya değin, peşin yargılarımı gerçek terazisinin bir kefesine, öbür kefesine isteyerek, daha ağır çekmeyen, karşıtlarını koyarak yanılgılı ve düşsel bütün düşüncelerimden kurtulacağımı sanıyorum.”
“Yanılgılı ve düşsel bütün düşüncelerimden kurtulmak istediğim bu yolda ne çekinilecek bir şey ne de yanılma olamayacağına inandığımdan güvensizliğime pek pay veremem. Çünkü bugün devinimde olmak değil, derin düşünme ve bilme günüdür. Bugün, ayrıca, gerçeğin saltık kaynağı olan gerçek tanrının değil de bir kötü cinin beni aldatmak için bütün zanaatsal yeteneğini kullanacağını varsayacağım.”
“Yeryüzü, gök, renkler, kılıklar, sesler ve gördüğümüz, dışımızdaki, bütün şeylerin, bu kötü cinin safdilliğime tuzak kurmak İçin kullandığı aldatıcı düşler olduğunu onaylayacağım. Kendime de ne eli, ne gözleri ne eti, kanı ne de bir duyu örgeni yokken bütün bunların, yanılgı içinde, kendisinde olduğunu sanan biri diye bakacağım ve bu inanca inat edercesine bağlı kalarak da gerçeğin bilgisine ulaşmaya gücüm yetmez ise, o zaman, hiç değil ise yargımı ertelemek erkim içinde kalacaktır.”
“Yanlışa düşmek istemediğimden zihnimi bu aldatıcı cinin düzenlerine karşı öyle hazırlayacağım ki, ne denli güçlü olur ise olsun, bana hiçbir şeyi onaylatamayacak. Ama bir tür tembellik beni gündelik yaşamımın akışında sürüklüyor. Uykusunda düşsel bir özgürlük ile mutlu olan bir kölenin gördüğünün bir düş olduğundan kuşkulanmaya başladığında, uyanmaktan korkup, tatlı düşleri ile kalmayı yeğlemesi gibi. ben de eski kanılarıma dalıyor ve zor günlerin, gerçeğin bilgisine ulaşmak için bana bir ışık getirecekleri sırada, karşıma çıkacak sorunları çözemeyeceğim korkusu ile uyanmaktan çekiniyorum.”
“Kuşku götürmez bir şey buluncaya değin, en küçük bir kuşkuyu doğuran bütün şeyleri yadsımak gerekir. Eğer kuşku götürmez tek bir şey bulunur ise çok şey başarılmış olur. Bu durumda, şimdiye değin duyular yolu ile bildiğim her şeyi yanılgılı diye onaylamam zorunludur.”
“Ben, böyle, her şeyden kuşkulanırken, kendi varoluşumdan ise kuşku duyamam. Bu neden ile `ben varım´ önermesi zorunlu olarak doğrudur. Varolduğuma böylece kuşkusuz güvendikten sonra ne olduğumu araştırmalıyım. Bunun için eskiden ne olduğumu sandığımı incelemem yerindedir. Eskiden olduğumu sandıklarımdan hiçbiri değilim; yalnızca, düşünen bir şeyim.”
“Düşünen bir şey nedir? İmgelem yolu ile bilinebilen şeylerin hiçbiri kendimizden edindiğimiz bu bilgiye değgin değildir. Bu düşünen şeyden daha çok özdeksel şeyleri açık olarak bildiğimizi sanmamızın kaynağı ne? Bir balmumu parçasını gözden geçirirken bu balmumu parçasında açıkça bildiğimizi sandıklarımız duyularımızın alanına girmez. Bu balmumu parçasının balmumu parçası olduğunu zihin yolu ile biliyoruz. Bu gerçek üzerinde uzlaşmakta çekilen güçlük nereden geliyor? Bu gerçek bir ruhumuz olduğunu kanıtlamaya yarıyor ve bu ruhu biz öbür herhangi bir şeyden daha açık biliyoruz.”
“Bilinmesi ruhumuzu bilmekten daha kolay hiçbir şey yoktur. Önceki düşünceler zihnimi o kadar kuşkular ile doldurdu ki bundan böyle onları unutmak artık elimde değil. Bunun ile beraber bu kuşkuları nasıl gidereceğimi bilemiyorum; sanki ansızın çok derin bir suya düşmüş gibiyim; ne ayağımı suyun dibinde sağlam bir yere basabiliyorum ve ne de suyun üzerinde kalabilmek için yüzebiliyorum.”
“Kuşkuları nasıl gidereceğimi bilmiyorum ama bunun için gücüm yettiğince çabalayacağım ve dün kendilerinde en ufak bir kuşku tasarladığım şeylerden uzaklaşarak tuttuğum yolda yeniden yürüyeceğim. Böylece en sonunda kuşku götürmez bir şey buluncaya veya başka bir şey yapamasam da, evrende kuşku götürmez bir şeyin bulunmadığını öğreninceye değin bu yolda yürümeyi sürdüreceğim.”
“Arkimedes, yer yuvarlağını bulunduğu yerden oynatmak için saptanmış, sağlam bir noktadan başka bir şey istemiyordu. Böylece, eğer kesin ve kendinden kuşku duyulmaz tek bir şey bulacak denli şanslı olursam, ben de yüksek umutlar besleyeceğim. Bu yolda gördüğüm bütün bu şeylerin yanılgı olduğunu varsayıyor, yanılgılar ile dolu belleğimin bana anımsattığı bütün şeylerin hiçbir zaman varolmamış olduğunu, hiçbir duyumun olmadığını sanıyor; nesne, kılık, uzam devinim ve yerin zihnimin uydurmalarından başka bir şey olmadığına inanıyorum.”
“Bu durumda gerçek olduğu yargılanabilecek ne var? Belki, biricik gerçek evrende kuşkulanılmayacak hiçbir şeyin olmadığıdır. Ama kesin olmadıklarını yargıladığım şeylerden ayrımlı kendinden en küçük bir kuşku duyulmayan başka bir şeyin bulunmadığını nasıl bilebilirim? Bu düşünceleri zihnime yerleştiren tanrı ya da başka bir güç mü? Zorunlu değil bu. Çünkü bu düşünceleri, belki de, ben kendi benimde üretiyorum.”
“Bu düşünceleri kendi benimde üretiyorsam, bu durumda, ben kendim bir şey değil miyim? Ama biraz önce herhangi bir duyu örgenimin ve bedenimin olduğunu yadsımıştım. Bunun ile beraber bundan çıkacak sonuç konusunda kararsızım. Beden ve duyulara, onlarsız varolamayacak denli bağımlı mıyım?”
“Ama ben, hiçbir şeyin, yani ne yeryüzünün, ne göğün, ne bedenin ve ne de ruhun varolmadığına inanıyorum. Bunların olmadığına inanıyorum diye kendimin de kesinkes varolmadığına inanıyor olmam. Eğer bütün bunların varolmadığına inanıyorsam, bu inancı taşıdığımdan veya yalnızca herhangi bir şeyi düşündüğüm için kesinkes varım.”
“Her gün beni aldatmak için yeteneğini ve zanaatını kullanan, çok güçlü ve düzenci benim bilmediğim bir aldatıcı olabilir. O beni yanıltmaya uğraşıyor ise, hiç kuşkusuz, ben varım. O beni yanıltmaya çalışırken ben bir şey olduğumu anladığımdan, onun hiçbir şeyin varolmadığına beni inandırmaya, kesinkes, gücü yetmeyecektir.”
“Böylece bu konu üzerine iyice düşünüp her şeyi, titizce inceledikten sonra, şu, `ben varım´ anlatımını konuştuğum her kezinde veya bu yargıyı her zihnimden geçirişimde onun zorunlu doğru olduğunu anlıyor ve bu sonucun değişmeyeceğini onaylıyorum.”
“Varolduğumdan kuşku duymamak ile beraber, ben ne olduğumu henüz açıkça bilmiyorum. Bu durumda dikkatsizce başka bir şeyi kendim yerine koymamak ve bundan önce edindiğim bütün bilgilerden daha kuşku götürmez ve daha apaçık olacağını savladığım bu bilgi konusunda yanılmamak için bundan böyle çok dikkatli düşünmem gerekiyor.”
“Bilgi konusunda yanılmamak için bundan böyle çok daha dikkatli düşünmem gerektiğinden, son sözlerime girişmeden önce, varolduğuna inandığım şeyleri yeniden gözden geçireceğim ve eski kanılarımdan, kesinkes kuşku duyulamaz olanlarını bırakarak, geri kalanını zihnimden söküp atacağım. Bu istek ile başladığımda: Şimdiye değin bir insan olduğumu sanıyordum.”
“Bir insan nedir? `Uslu bir hayvandır´ mı demeliyim? Kesinkes hayır. Çünkü böyle tanımlarsam hayvanın ve uslunun ne anlama geldiğini araştırmam gerekecek. Böylece tek bir sorundan, daha zor ve daha içinden çıkılmaz başka birçok soruna geçmiş olacağım ve kalan pek az zamanımı, buna benzer incelikleri belirlemek için kullanmak istemiyorum.”
“Bu çalışmamda, daha çok, varoluşumu incelemeye koyulduğumda kendi kendine zihnimde doğan ve bana kendi neliğimden gelen düşünceleri irdelemek üzerinde duruyordum: İlkin kendime, bir yüze, ellere, kollara ve beden adını verdiğim, tıpkı bir cesette görüldüğü gibi, et ve kemikten yapılmış, makinemsi bir şey gibi bakıyordum. Bundan başka beslenmem, gezinmem, duyumsamam ve düşünmem gibi etkinliklerimi de ruha yüklüyordum.”
“Ama sözü edilen bu ruhun ne olduğu üzerinde durmak pek usuma gelmiyordu ya da usuma geldiği zaman da, onu, bedenimin en kaba bölümlerine değin yayılmış çok az bulunur ve çok katıksız, görülmeyecek denli seyrelmiş havaya, yele veya aleve benzeyen bir şey gibi tasarlıyordum. Bedene gelince, onun neliğinden hiç kuşku duymuyordum; çünkü onu çok seçik olarak algıladığımı sanıyordum.”
“Bedeni, bu konuda edindiğim kavramlar bağlamında, `bir kılığı ve yeri olan, öbür cisimleri bulunduğu yere sokmayacak denli bir uzamı doldurabilen, kendinden devinmeyip, ona dokunup iten başka bir cisimce, çeşitli tarzlarda, devinime geçirilebilen bütün şeylerdir´ diye tanımlıyordum. Çünkü kendinden devinmek, duyumsamak ve düşünmek gücünde olmanın cismin neliğine yüklenebilecek üstünlükler olduğuna, kesinkes, inanmıyordum. Tersine, daha çok, bazı cisimlerde buna benzer güdülerin bulunduğunu gördüğümde şaşırıyordum.”
“Ama şimdi, çok güçlü, kurnaz, kötülük yapmaktan zevk aldığını söyleyebileceğim, beni aldatmak için olanca güç ve yeteneğini kullanan, bir cini varsaydığımda ne oluyorum ben? Kuşkusuz yukarda bedenin neliğine yüklediğim özellerin en küçük bir parçasının bile bana değgin olmadığını görüyorum. Bedenin tanımına giren özelleri dikkate almayı ve düşünmeyi sürdürürken, bütün bunların hepsini zihnimden yeniden geçiriyorum; ama bunlardan bende bulunduğunu söyleyebileceğim hiçbiri ile karşılaşmıyorum.”
“Bedenin özellerini, yeniden, tek tek sıralamama gerek yok. Şimdi ruhunkilere geçtiğimizde, bakalım `ben´de onlardan bazıları var mı? Bunların önde gelenleri gezinmek ve beslenmektir, ama beden olmaksızın ne beslenebilir ve ne de gezinebilirim. Öbür bir tanesi de duyumsamaktır; ama her ne denli uykuda birçok şeyi duyumsadığımı sanmış ve sonra uyandığımda, onları gerçekte duyumsamadığımın ayırtına varmış olsam da, gene, bedensiz duyumsamak olanaksızdır.”
“Ruha bağlı olan şeylerden bir başkası da düşünmektir. Düşünmenin bana değgin bir özel olduğunu ve `ben´den ayrı varolamayacağını anlıyorum. Ben düşündüğüm sürece varım; çünkü düşünmekten kesildiğimde, belki, aynı anda, varoluşum da ortadan kalkacaktır (ama ben zorunlu doğru olmayan hiçbir şeyi onaylamıyorum). Bu durumda, açıkça söylemek gerekir ise, ben düşünen bir şeyim, yani ruhum, başka deyişler ile zihinim veya usum.”
“Ben gerçektir ve ben gerçekten varolan bir şeyim. Ama nasıl bir şey? Düşünen bir şey demiştim. Daha başka? Bundan daha fazla bir şey olup olmadığımı aramak için imgelemimi biraz daha çalıştıracağım. Ben ne insan bedeni ne örgenler topluluğu ne de bütün bu örgenlere sinmiş ve yayılmış sis, ne bir yel, bir soluk, bir buğu ve ne de tasarımlayacağım ve düşleyeceğim başka bir şeyim. Çünkü bütün bunların hiçbir şey olmadığını varsaymıştım.”
“Bedensel olmadığım varsayımını değiştirmeden de bir şey olduğumu kesinkes biliyorum. Ama bilmediğim için varolmadıklarını varsaydığım bedensel şeylerin, gerçekte, bildiğim kendimden ayrı olması olanaklı mı? Bunu bilmiyorum, ancak bildiğim şeyler konusunda yargı verebilirim. Varolduğumu kavradım ve varolduğumu bilen ben, şimdi, kendimin kimliğini ve neliğini arıyorum.”
“`Ben´im konusunda edindiğim bu kavramın ve bilginin, bilgi olmak bakımından, ne henüz varolduklarını bilmediğim şeyler ile ve ne de, daha doğrusu, imgelemin bulduğu ve uydurduğu şeylerin hiçbiri ile bağıntılı olmadığı çok açıktır.”
“İmgeleme cisimsel bir şeyin kılığını veya görüntüsünü izlemekten başka bir şey değil ise bir şey olduğumu imgelediğimde ne olduğumu uydurmuş olurum. Oysa ben, daha şimdiden, varolduğumu ve bütün bu görüntülerin ve genel olarak bedenin neliğine yüklenen bütün şeylerin birer imge veya başka bir anlatım ile, boş yapıntılardan başka şeyler olmamalarının olanaklı olduğunu kesinkes biliyorum.”
“Ne olduğumu daha seçikçe bilmek için imgelemimi araştıracağım demek, `şu anda uyanığım ve gerçek bir şey izliyorum, ama, yeterli açıklıkta gözleyemediğimden düşlerimin bunu bana daha da açıkça göstermesi için, isteyerek uyuyacağım´ demekten başka bir şey olmadığı çok açık. Böylece, imgelem yolu ile kavrayabildiğim şeylerden hiçbirinin kendimden edindiğim bilgiye değgin olmadığını kesinkes anlıyorum.”
“İnsanın, kendinin ne olduğunu açıkça bilebilmesi için, zihnini `imgelemimi araştıracağım´ türlü anlama tarzından çevirmesi ve uzaklaştırması zorunludur. Ama bu durumda ben neyim? Düşünen şey. Düşünen şey nedir? Düşünen şey, kuşku duyan, anlayan, kavrayan, onaylayan, yadsıyan, isteyen, istemeyen, imgeleyen ve duyumsayan şeydir.”
“Kuşkulanma, anlama, kavrama, onaylama, yadsıma, isteme, imgeleme ve duyumsama bana değgin ise bu az bir şey değil kuşkusuz. Ama bütün bunlar bende olmayabilir mi? Henüz her şeyden kuşkulanan, bunun ile beraber, bazı şeyleri anlayan ve kavrayan, yalnızca şunların doğru olduğunu onaylayan, öbürlerinin hepsini yadsıyan, daha çok bilmek isteyen, yanılmış olmak istemeyen ve hatta kimi zaman, gücünün sınırları içinde olmayan şeyleri imgeleyen, bedendeki örgenler yolu ile birçok şeyi duyumsayan ben değil miyim?”
“Sürekli uykuda da olsam ve beni vareden beni yanıltmak için bütün yeteneklerini de kullansa, varolduğumun kuşkusuz olması denli gerçek olmayan, bütün bu saydıklarımdan (kuşkulanma, anlama, onaylama, v. b.) bir teki var mı? Gene bu özellerden birinin bile düşüncemden, benden veya bedenden ayrı olduğu söylenebilir mi? Kuşkulananın, anlayanın ve isteyenin ben olduğum çok açık. Kuşkusuz benim imgeleme gücüm de var. İmgelediğim şeyler (varsaydığım gibi) gerçekte varolmasa da, benim imgeleme gücüm düşüncemin bir parçasını oluşturuyor.”
“Ben duyumsayanım, yani bazı şeyleri duyu örgenleri yolu ile algılayanım, çünkü, gerçekten, ışığı görüyor, sesi işitiyor, sıcaklığı duyumsuyorum. Ama bana bu görünüşlerin yanılgı olduğu ve benim de uyumakta olduğum söylenebilir. Ben bu durumda da olsam gördüğümü, işittiğimi ve ısındığımı sanıyor olmam kuşkusuzdur ve asıl duyumsama denen de budur ve bunlar yanılgılı olamaz. Bu ise düşünmekten başka bir şey değildir. Böylece, kimliğimi ve neliğimi öncekinden biraz daha açık ve seçik bilmeye başlıyorum.”
“Her ne denli kuşkulu ve uzak bulduğum şeyleri, kuşku götürmez olan bana (bene) değgin şeylerden daha kolayca bildiğimi söylemek garip gelse de, duyu örgenlerime dokunan ve düşüncemde imgeleri oluşan özdeksel şeylerin, kendimin herhangi bir bölümünden daha seçik bilinebileceğine inanmaktan kendimi alamıyorum. Ama bu inancın kaynağını buldum: Düşüncem yolunu sapıtmaktan hoşlanıyor ve henüz yanılmazlığın gerçek sınırları içinde kalmakta zorlanıyor.”
“Zihnimin dizginini, tam yerinde ve yavaşça çekip düşüncemi yola sokmak ve gidişine bir düzen vermek koşulu ile, bir kez daha gevşeteceğim. Önce çok seçik olarak bildiğimizi sandığımız en olağan şeyleri, yani gördüğümüz, dokunduğumuz şeyleri gözden geçirmek ile başlayalım. Burada genel olarak alınan cisimlerden değil, herhangi bir (tekil) cisimden söz ediyorum, çünkü genel kavramlar çoğun bunlardan daha belirsizdir.”
“Örneğin biraz önce kovandan çıkarılmış olan şu balmumu parçasını gözleyelim. O henüz, içinden çıkarılmış balın tadını kaybetmemiştir. Balın toplandığı çiçeklerin kokusundan onda bir şeyler kalmıştır. Balmumunun rengi, kılığı, büyüklüğü görünüyor. Ona dokunuyorum; katı, soğuk; vurunca bir ses de çıkarıyor. Kısaca bir cismi seçikçe tanımamızı sağlayan her şey onda bulunuyor. Ama şimdi, balmumunu ateşe yaklaştırıyorum: Tadı kaçıyor, kokusu gidiyor, rengi değişiyor, kılığı kayboluyor, büyüklüğü artıyor, eriyor, ısınıyor ve ona dokunmak güçleşiyor, vurulunca da, artık, hiçbir ses çıkarmıyor.”
“Ateşin oluşturduğu başkalaşımdan sonraki balmumu önceki ile aynı mı? Aynı balmumu olduğunu onaylamak gerekir ve kimse tersini söyleyemez. Bu durumda bu balmumunda seçik olarak bilinen, kuşkusuz, duyular yolu ile edindiğim şeylerden hiçbiri değildi. Çünkü tatma, koklama, görme, dokunma ve işitme duyuları ile algılanan şeylerin hepsi değişmiş ama balmumu değişmemiştir.”
“Bildiğim, şimdi usumda olan şeydi, yani balmumuydu. Ne o bal tadı, ne o hoş çiçek kokusu, ne o sarımsı renk, ne o kılık ve ne de o sesti; ama yalnızca o zaman bana başka kılıkta görünen, şimdi ise bu kılıkta kendini gösteren bir cisimdi. Onu önceki kılığında kavradığımda neyi imgeliyordum? Bu noktayı dikkatlice gözden geçirelim ve balmumunun kendine değgin olmayanların hepsini atalım, geriye, kuşkusuz, uzamlı, kılık değiştirebilen, devinimli bir şey kalıyor.”
“Bu durumda, kılık değiştirebilen, devinimli ne demektir? Bundan, balmumunun küreselken küpsel olabileceğini, küpselken üçgen prizmasal bir kılığa geçebileceğini ve buna benzer, sonsuz değişimlere elverişli olduğunu anlıyorum. Aslında, bu sonsuz başkalaşımları imgelemimden geçirmem de olanaksızdır. Bu neden ile balmumundan edindiğim bu düşünce, imgelemce oluşturulmuş da değil.”
“Şimdi, bu `uzam´ dediğimiz nedir? O da bilinmiyor değil mi? Çünkü bu uzam, balmumu erimeye başladığında genleşiyor, bütün bütüne eridiği zaman daha genleşiyor, ısı çok arttığında daha da fazla genleşiyor. Balmumunun, uzam bakımından, imgelediğimden daha çok değişime uğrayabileceğini düşünmeseydim, uzamın ne olduğunu açıkça ve gerçeğe uygun olarak anlayamazdım.”
“Bu balmumu parçasının ne olduğunun imgelem ile kavranamaması konusunda anlaşmak gerekli. Onu ancak zihin kavrıyor; vurgulayarak `bu balmumu parçası´ diyorum, çünkü genel olarak balmumunun zihinsel bir kavram olduğu apaçıktır. Bu durumda, ancak zihin ile kavranabilen bu balmumu parçası, kuşkusuz, gördüğüm, dokunduğum, imgelediğim ve baştan beri bildiğim bu aynı balmumu parçasıdır.”
“Bu balmumu parçasının kavranması veya onu kavrayan eylem ne görmek ne dokunmak ne de imgelemektir. Burada anlaşılması gereken bu balmumu parçasının zihinsel olarak görüldüğüdür. Bu zihinsel görüş, bu balmumu parçasında bulunan ve onu oluşturan şeyleri dikkate alışıma göre, daha önce olduğu gibi, karmaşık, eksik veya şimdi olduğu gibi, açık ve seçik olabilir.”
“Düşüncemin, söylenenin ayırtına varmadan, yanılgıya sürüklenmeye ne denli düşkün ve eğilimli olduğunu göz önüne alınca, çok şaşırmam. Çünkü bütün bunları söylemeden kendimde gözden geçirsem de, gene sözler beni durduruyor ve olağan dilin sözleri nerede ise beni yanıltacak; çünkü biz, bize gösterildiğinde, balmumu parçasını gördüğümüzü söylüyoruz; rengi ve kılığı yolu ile onun balmumu olduğu yargısına varmıyoruz. Buradan, nerede ise, balmumunun zihinsel bir kavrayış ile değil, gözlerin görmesi yolu ile bilindiği sonucunu çıkaracak oluyorum.”
“Ama herhangi bir zamanda penceremden yoldan geçenlere baktığımda, tıpkı `balmumu parçası görüyorum´ dediğim gibi, `insanlar görüyorum´ dediğimde, gerçekte, gelip geçenlerin, makinelerini gizleyen paltoları ve şapkaları ile yapay insan benzerleri olduğu durumda, ben bunların gerçek insanlar olduğunu sanmış olurum. Demek ki, yalnızca, zihnimde bulunan, yargılama gücü ile gözlerim ile gördüğümü sandığım şeylerin aslında ne olduğunu anlayabiliyorum.”
“Bilgisini çoğunluğun bilgi düzeyi üzerine çıkarmak isteyen bir kişi, halkın anlatımlarını küçümseme fırsatı kollamaktan çekinmelidir. Ben balmumu parçasına baktığımda onu, duyumlar yolu ile veya başka bir deyim ile, `sağduyusal´ olarak, yani imgelem gücü ile bildiğimi sandığımdakine göre, şimdi, nasıl bilinebildiğini inceledikten sonraki anlayışımın daha açık olarak kavrayıp kavramadığını denetlemeyi yeğliyorum.”
“Sağduyusal bilgiyi küçümsemek gülünç ve anlamsızdır. Çünkü bu algıda, seçik olmayan, herhangi bir hayvanın duyumsamasına ulaşmayacak hiçbir şey yoktur. Ama balmumu parçasını dış görünüşünden ayırt ettiğim, onu sanki giysilerinden soymuşum gibi çırılçıplak durumda gözlediğimde, yargımda bir yanılma bulunsa bile, bir insan zihni olmaksızın onun bu tarzda kavranamayacağı açıktır. Peki sonunda, zihnim konusunda, yani kendim konusunda ne söyleyebilirim? Çünkü şimdiye değin kendimde ruhtan başka bir şey onaylamamıştım.”
“Balmumu parçasını bu kadar açık, seçik algılayan ve anlayan kendimi ben, yalnızca daha doğru ve kesin değil, aynı zamanda, çok daha açık ve seçik bilmez miyim? Gördüğüm için onun balmumu olduğunu onaylıyorsam eğer, bundan, onu gören ben olduğumdan, kendi varoluşum, apaçık olarak, çıkarsanır. Gördüğüm gerçekten balmumu olmayabilir ve üstelik bir şey görebilmek için gözlerim de bulunmayabilir; ama gördüğümde veya gördüğümü sandığımda, sanan ben olduğumdan bir şey olmamam olanaksızdır.”
“Gene, bu balmumunun ona dokunduğum için varolduğu yargısında bulunuyorsam, bundan da aynı şey, yani benim varolduğum çıkarsanacaktır. Bu balmumunun varolduğuna beni imgelemim veya başka bir şey inandırıyor ise, gene her zaman aynı sonucu, yani varolduğumu çıkarsayacağım. Burada balmumu konusunda söylediklerim benim tanımadığım ve benim dışımda bulunan bütün öbür şeylere de uygulanabilir.”
“Bu durumda, balmumu parçasının bilgisinin, yalnızca dokunma ve görme ile değil de, daha başka nedenler ile de oluştuğu açık ve seçik ortaya koyulduktan sonra, kendimin apaçık olarak bilinmesinin ne denli gerektiği de açıklanmış oluyor. Çünkü balmumunu veya başka bir cismi bilmeyi ve anlamayı sağlayan bütün nedenler, ruhumun ne olduğunu çok daha kolay ve açık olarak gösteriyor. Ruhta, kendinin ne olduğunu aydınlatmaya yarayan, bedene bağlı olan şeylerden başka, birçok şey vardır.”
“En sonunda, istediğim yere yeniden dönmüş bulunuyorum. Cisimleri duyular veya imgelem yolu ile değil, yalnızca bende bulunan anlama gücü ile yani zihin ile kavradığım; dokunma, görme ile değil düşünme ile bildiğim, bence, açıklığa kavuşmuştur. Bu durumda, ruhumdan daha kolay bilebileceğim başka hiçbir şeyin olmadığını iyice öğrenmiş bulunuyorum. Ama eski kanılardan çabucak vazgeçmek olanaksız gibidir. Bu neden ile uzun süre düşünerek bu yeni bilgiyi belleğime derince kazımak için, burada biraz duraksamak iyi gelecektir.”-------